Bahçede hanımeli
"Gireyim kemiğine
Yeli olayım yeli
Gel gülüm gel" *
Bir gece vaktiydi. Yıldızlar kum gibiydi, gökyüzü tüm sonsuzluğuyla, tüm dişiliğiyle, tüm hüznüyle, tüm yangınıyla oradaydı. Biz de oradaydık. Gökyüzüne bakanlar, haber bekleyenler, yas tutanlar, özleyenler, dua edenler...
Bir kadın tanıyorum. Sevdiğine delice aşık bir kadın. Bir kadın, kocasını ne kadar çok severmiş onda gördüm. Kor gözlerinde aşkı, özlemi, korkuyu, arayışı, vedayı, yangını gördüm; yangını. Bir insan acısından nasıl yanarmış, kemiklerine kadar nasıl yanarmış onda gördüm. Hissettim bu yangını; tam da yüreğimde, tam da yüreğimde... Nasıl olur böylesi!
Bir kadın, kocasının bedenini arıyordu. Dağlar saklamıştı, toprak kutsamıştı sevdiğinin bedenini. Kadın; bedeninde yel varken, can varken, ruh varken bulacaktı kocasını; bunun için arıyordu. Bir gece vaktiydi. Yıldızlar kum gibiydi, ben gökyüzüne bakıyordum. Bir hikâye düştü içime. Kemiğine nefes üflenen bir adamın yeniden yaşama kavuştuğu, karısıyla buluştuğu bir hikâye. Tüm gece dinledim hikâyeyi. Gökyüzü anlattı, kocasını arayan kadının yüreği anlattı, dağlar anlattı. Kulaklarımı etrafımdaki insanlara kapattım, hikâyeyi dinledim. Telefon şimdinin iletişim aracı, insan teknolojiye muhtaç etti kendini. Oysa dinlemeyi bilirsen dağlar kuşlar konuşur seninle.
Dinlediğim hikâyede birbirine aşık bir karı koca var. Altı tane erkek çocuğuyla birlikte ormanın içinde bir kulübede yaşıyorlar. Mutlular, çok mutlular. Uzun sofralar kuruyorlar, şen kahkahalar atarak yaşlanıyorlar. Adam bir avcı. Ormanın ruhunu tanıyan, avcılıkta usta biri. Günlerden bir gün sabahın seherinde, kuşların ötüşüyle uyanıp ormanın derinlerinde kayboluyor. Karısının yedinci oğluna hamile olduğunu bilmeden... O gece, ertesi gece, bir sonraki gece derken evine dönemiyor. O günün üzerinden kırk hafta geçiyor ve yedinci oğul Puli dünyaya geliyor. Puli sesler çıkarmaya "ba ba ba" diyerek başlıyor. Biraz daha büyüdüğünde etrafına bakıyor ve "baba?" diyor. O anda avcının altı çocuğu ayaklanıyor, annelerine sarılıyor ve ormanın derinlerine; babalarını bulmaya gidiyorlar. Yolculuk bu altı kardeşi bir mağara önüne getiriyor. Çocuklar; mağaranın önünde, yerde duran kıyafetlerin arasında dağılmış hâlde bekleyen kemikleri görünce olanları kavrıyorlar. Bir müddet üzüldükten sonra birinci kardeş ayağa kalkıyor. "Üzülmeyin kardeşlerim, ben babamızın kemiklerini bir araya getirebilirim" diyor ve kemikleri bir araya toplayıp nefesini üflüyor. Kemiğine nefes değen avcının iskeleti yeniden ortaya çıkıyor. İkinci kardeş avcıya, iskeletin üzerindeki etleri; üçüncü kardeş kalbi, dördüncü kardeş nefesini, beşinci hareket kabiliyetini, altıncı ise konuşma becerisini yeniden kazandırıyor.Emeklerinin sonunda avcı yaşama dönüyor, ayağa kalkıyor, oğullarının gözlerine bakıyor ve "bana ne oldu?" diye soruyor. Oğulları anlatıyor "gittin, dönmedin; Puli seni bize hatırlattı, biz de seni bulduk. Artık aramızdasın baba, hoş geldin dünyamıza."
Anlattığım hikâyede avcı evine dönünce traş oluyor, günlerce yıkanıp sessizliğini koruyor. Aslında ruhunu bedenine yeniden çağırıyor. Günler sonra avcının ruhu da bedenine kavuştuğunda uzun bir sofra kuruluyor. Komşular bahçeye geliyorlar, bahçedeki hanımeli kokusunun eşliğinde karınlarını doyuruyorlar. Avcı kendini hazır hissettiğinde ayağa kalkıyor ve oğullarına sesleniyor. "Benim, evime geri dönmemi hanginiz sağladı?" Tek tek söze giriyor altı oğul. "Ben olmasaydım iskeletin olur muydu? Ben olmasaydım kalbin, nefesin, sesin..." Konuşmalar tamamlanınca oğullarına bir soru soruyor avcı. "Peki oğullarım beni hanginiz hatırladı?" Kafalarını sallayarak "Puli, babacığım; seni ilk önce Puli hatırladı" diyorlar. Avcı tüm yaşananların ardından konuya dair ilk kez konuşuyor ve "bizim geleneklerimize göre hatırlanan kişi hiç bir zaman ölmez." diyerek, hazırladığı hediyeyi Puli'ye veriyor. Karısı avcıyı her hâliyle ve her daim sevmeye devam ediyor. Avcı da karısını.
Gecelerden bir haziran gecesiydi; elimi kalbime götürdüm. "Avcı, sizin için bir hikâye anlatacağım; bana destek ol, hikâyenizi dinleyicilerin gönlünde yaşatabileyim. Avcı, bu hikâyede boşluklar var; eşin, sen gittiğinden beri tüm kalbiyle seni arıyor. Senden hiç bir zaman vazgeçmedi." dedim ve o gecenin sabahında hanımeli kokan bir bahçede anlattım avcı ile karısını. Ben bir lokmacık gördüm, duydum, hissettim aşklarını. Onlar bin ömürlük bir sevda yaşadılar birlikte.
O haziran gündüzünde ben bu hikâyeyi anlattığımda avcının karısı hüznün ve yasın denizinde yüzmeye çalışıyordu. Aylar geçti, yaşam bir şekilde herkes için kendi ritminde aktı. Avcının doğum gününde, karısı ve avcının kız kardeşi bir program düzenlediler. Eş, dost, tüm sevenler oradaydık. Aynı hikâyeyi o gün de anlattım. Hikâyenin sonunda "seni hatırlıyoruz avcı" dediğimi ve göz yaşlarımızı hep birlikte akıttığımızı hatırlıyorum.
"Bir su damlası yere düşerse ne olur? Göl olur. Her birimiz birer su damlasıyız. Bir an gelecek toprağa düşeceğiz ve hep birlikte göl olacağız" dermiş avcı. Doğduğu günün döngüsündeyken bir dostu söyledi hepimize. O geceden hatırladığım bu cümle benim için kıymetli oldu.
Avcının ruhunun bedeninden göçtüğü günün yıl dönümünde oğlum bedenimde bir su damlasıydı. İznik Gölü'nün önünde bir masal anlatacaktım. Bir gölün önündeydik ve bir su damlası taşıyordum. Kimi, gölden gelen bir su damlasıyla, yaşamaya yeniden başlıyor; kimi dünyadan göçenlerle yan yana gelip bir göl oluşturuyor. Haziran; ayrılıkların, kavuşmaların, vedaların ve birlikte göl olmaların mevsimi.
Şimdi gecelerden bir haziran gecesi. Dolunay gökyüzünden evimizin içini izliyor.
Bizler masallar anlatırız, şarkılar söyleriz, birlikte kazanlarca yemekler hazırlarız birbirimize. Kemiklere yel üflenen eserler üretiriz. Bu eserler zamansız ve mekânsız olur. Bir bahçenin yanından geçerken burnuma dolan hanımeli kokusu, bir şarkıyı çağırır. Bu şarkı bir yazıyı doğurur. Doğan yazı okuyana şifa olur derken böyle böyle göl oluruz hep birlikte.
Yattığın yerler incitmesin avcı, karın seni hatırlatmaya devam ediyor. Kemiklerine yel üflediğin şarkıların söylenmeye devam ediyor. Bizler eserlerimize ruhumuzdan, nefesimizden üfleyelim ki eserlerimiz de kendi başına yaşasınlar ve yaşamı çoğaltsınlar. Bahçelerimiz ve eserlerimiz hanımeli koksun.
Bir gece vaktiydi. Yıldızlar kum gibiydi, gökyüzü tüm sonsuzluğuyla, tüm dişiliğiyle, tüm hüznüyle, tüm yangınıyla oradaydı. Biz de oradaydık. Bir kadın bir adamı delice sevdi. Sonra sır oldular aşk içinde.**
*
**
YORUMLAR