Nasılsın?

Kendisinde buldu bulan, bulmadı taşrada kalan*


Yuvayım,

okyanusum.

Ben kimim?


Ben bir masalım.

Anla(t)maya çağırır yoldaki kahramanlarım

ve devam eder yolculukları, bitmez içimdeki savaşım. Dünyanın bir yerinde yüreği sızlarsa bir kuşun, duvarları harap ise bir evin yahut toz ve kül ve yalnızlık kaldıysa bir şehirden geriye; bana dairdir, anlarım.


Ben masaldaki devim, cazuyum, ejderhayım.

Kanarım, kanatırım, yırtıcıyım.

Ruhun karanlık gecesiyim.

Gecenin kızıyım.

Sessizliğim,

Şşştt.


Ve aydınlığım.

İlham, umut, neşe taşır bir yanım.

Çünkü insanım.

Çünkü insanlaşma yolculuğunda adım adım yürüyen, her hâline kulak veren, emek veren, susuz kalmış toprağını sulayan... İnsanım ben; kulakları duyan, gözleri gören, başka yaşamlara saygılı ve iyi olma hâlinin birlikte iyi olmakla mümkün olduğunu bilen; tamlığa talip.


Ve rüya içinde bir rüyayım. Anlatılmaya izni olmayan...


Seher vaktiyim. Vaktin sarılması, uykusu, duygusuyum. Oğluma uyku arasında içirdiğim su, sırtını örttüğüm battaniye, o battaniyeyi dokuyan dokumacı kadınım.

Hepsiyim.

Ve bazen hiçbirisi.

Hepimiz gibi...


Hiçliğin çölünde

kuma bırakılmış bir ayak iziyim.

Ve izleri takip ederek kendini anlayan bir iz sürücü. Pişmanlıkları pişmesine vesile olmuş, atalarını ve hatalarını omuzlarından çekip boynuna gerdanlık kondurmuş bir yolcuyum.


Küçükken silgi kullandırmazdı babam. Silgilerimi biriktirdim. Silgi artıklarını toplayıp ocakta yeni silgiler pişirmek ve yaşamın kör kuytularını daha da bastırarak silmek istedim. Ben silgi izlerini takip ederek kendini anlamayı anlatan bir iz sürücüyüm. Acımasızlığı ezelden bilen ve şefkat dilini gebeliğinde, rahminde büyüyen can ile öğrenen.

Ve rahminde büyüdüğümüz canlardan yaşamı öğrenen...

Misâl anneannem...

"Kızım biz kıtlık zamanını gördük, ekmek çöpe atılır mı hiç?" derdi, hatırlarım. Kıtlık zamanı; ekmekte, sevgide, muhabbette kıtlık. Huzurda, saygıda, şefkatte kıtlık. Hoşgörüde, kucaklaşmada, güvende kıtlık... İçimde bir yerlerde ben de gördüm sizinle birlikte anneanne. İçinde bir yerlerde tüm insanlar yaşıyor kıtlık zamanını.


Anneanne artık gönder havaya; kalbine ağırlık yapan, belini büken, dilinde kıtlığı arttıran; anlatamadığın, anlayamadığın, anlaşılamadığın hangi yükleri taşıyorsan. Benim ocakta pişirdiğim silgilerden vereyim sana da birlikte silelim geçmişimizin kalp ağrılarını. Onları silelim ki tüm hayatını unutmayı seçme bir daha. Senin unutkanlığına bir hastalık adı tanımladılar. Benim unutkanlığım daha kötü anneanne, bunun bir tanımı yok. Olsun, yoldayım, kendi yöntemlerimi arayarak buluyorum. Ben, silgi izlerinden kendini tanıyan ben, yaşamdaki bereketi hatırlamayı seçiyorum.


Aile olmayı, yuvanın sıcaklığını, dost muhabbetini, göz göze gelmenin güzelliğini. Oğlumun uyurkenki nefes sesini, sevgilime demlediğim çayın evimizi saran kokusunu, gün doğumundaki umudu ve gecenin paylaştığı ilhamı hatırlamayı seçiyorum.


Anneanne biliyor musun? Kıtlık zamanı hiç bitmiyor, tıpkı bolluk zamanı gibi. Şimdi sen bereketin üzerine cömertçe yağdırıldığı kutsal diyardasın, oysa biz hâlâ dünyalıyız. Şimdi zamanda yolculuk yapsak, çocukluğuna sevgiyi cömertçe yağdırsak, erken göçen anacığın gelse sırtından kucaklasa seni... "Kızım büyüyeceksin; on evlat, onlarca torun sevgisi kısmet olacak sana. Yıllar seni yoracak lakin sen sırtlamaya hazırsın. Şimdi omuzlarındaki ağırlığı alıyorum. Senin ve senden doğanların..." dese ve biz dünyalılar da hatırlasak bolluk zamanının cömertliğini.


Hepimizin koca anası gel, bir yer sofrası kuralım bize. Tarhana çorbası pişirelim sarımsaklı, acı biberli. Yufka ekmeği de koyalım sofra bezine. Gel anlat bana; çocukluğunu, genç kızlığını, çocuklarını, hayallerini; anlat anneanne, sen anlatırsan tüm insanlık iyileşecek. Tüm yaraların kanı duracak. Bir insan, insanlığın kendisidir. Yarasıyla merhemiyle, derdiyle dermanıyla nara benzer insan. Derisinin altında bin paredir. Bir kişi de birdir bin kişi de...


Anneannem küçücük boyuyla geldi, bağdaş kurdu. Demliğin tıpasını çıkardım, sobadaki çaydanlıktan birer çay koydum bardaklarımıza. Sordum ona: "Omuzlarındaki yükü kaldıran sihirli kelimeyi yakınlarının dudaklarından duymuş muydun, ömrünce, hiç? Binparem, aç kulaklarını sesimden duy şimdi: Anneanne nasılsın?"


Anneannem sorumu duyunca tebessüm etti, saçlarındaki kızıl kınalar parladı. Sorunun kendisi şifaydı da soru, kuş oldurup uçuruvermişti anneannemin tüm dertlerini. Yatırdı beni dizine, kınalı elleriyle saçlarımı okşamaya koyuldu. Yüzü ferah, omuzları hafif, bakışları huzurluydu. Bıraktım kendimi koca ananın şefkatli ellerine, hepimiz için. Bu esnada uyumuşum. Rüyamda yaşama güvenmişim, insanı affetmişim, iyileşmişim. Benimle birlikte koca ana, onunla birlikte insanlık güvenmiş, affetmiş, iyileşmiş.


Uyandığımda anneanneme teşekkür ettim, onu huzura yeniden uğurladım. Toprağını yağmur sularıyla yıkadım, başına sümbülteber bıraktım. Ayağa kalktım, yürümeye devam ettim...

Güneş gözlerimi okşuyordu.


Peki ya okuyucu, sen nasılsın?








YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Zevkle okudum, akıp gitti. Teşekkürler.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.