Perspektif meselesi…
Hayat her gün iç dengemizi sınıyor sanki.
Günlük hayatın karmaşası içinde olumsuz bir şeyler başımıza geldiğinde yaşadığımız paniğin süresi, kendimizi ne kadar akışa bıraktığımızla ters orantılı oluyor.
Cennetimizi de cehennemimizi de kendimiz yaratıyoruz içimizde. Dalai Lama’nın çok sevdiğim bir sözü vardır, ‘Problemin çözümü varsa, endişelenmeye gerek yok. Eğer çözümü yoksa da, endişelenmenin bir manası yok.’
Geçen hafta tekrar sınandık biz de ailecek. Önemli bazı konularda bir takım şeyler ters gidince, acele davranıp çözümler bulmamızı gerektiren durumların içinde buluverdik kendimizi. Canım annem, senelerin verdiği yorgunluktan olsa gerek, gereğinden fazla sıkıldı ve adeta dünyanın sonu gelmişçesine, telaş ve kaygı içinde, kilitlenip kaldı endişelerine. Ne desem kar etmediğini bakışlarında net bir şekilde gördüm.
İşin tuhafı da onu teselli etmeye çalışırken, farkına varmadan bir anda ben de kendimi o girdabın içinde buldum. Bütün bildiklerimi unuttum adeta ve sanki negatif enerjinin bulaşıcı etkisiyle ilgili uzun uzun öğütler veren ben değilmişim gibi, derin sıkıntılar içinde buluverdim kendimi. Bir baktım ki evin içinde derin derin of çekerek, şaşkın bir şekilde ve ‘merkezinden’ çok uzaklarda bir yerlerde deli gibi dolanıp duruyorum.
Kendine hayrı olmayanın kimseye hayrı olmuyor oysa. Aileme moral vereceğime ve güçlü olacağıma kendi gücümü yitirmiştim. Neyse ki çabucak toparlanmayı başardım. Bir dostumla dertleşip, başımıza gelenleri anlatırken, ona ‘biz bu konuda üstümüze düşen ve elimizden gelen neyse yapacağız ve ondan sonra da her ne olursa zamanı gelince halledeceğiz, başka da yapacak bir şey yok’ dedim. Durumun özetini bu perspektifle noktalayınca da yüreğimden bir ağırlık kalktı aniden.
Fark ettim ki, ya homurdana homurdana yapacağız yaptıklarımızı ya da sakinlik içinde adım adım ilerleyerek. Seçim tamamen bize kalmış. Sıkıntılı durumlarda perspektifimizi değiştirmeyi başaramazsak problemler içinde kayboluyoruz ve sürüklenip gidişlerle harcanıveriyor hayat.
Bugün canımız sıkılmış olabilir, her şey ters gitmiş de olabilir, maddi, manevi kayıplar yaşıyor da olabiliriz, ama aslında her şey bir şekilde halloluyor ve olacağına varıyor.
Bir de şunu düşünmek lazım, bugün bir sürü insan çok daha büyük sıkıntılar yaşıyor.
Bugün bir sürü insan ailesini, sevdiklerini yitirdi, içi kan ağlıyor. Bugün bir sürü insan kanser olduğunu öğrendi. Bugün bir sürü insanın çocuğu şehit oldu, yüreğinde evlat acısını yaşıyor. Bugün bir sürü insan iflas etti, sahip olduğu her şeyi yitirdi, kendini yenilmiş hissediyor. Bugün bir sürü insan AIDS olduğunu öğrendi ve hala inanamıyor. Böyle büyük acılar varken, bizim derdimiz dert değil.
Dilerim ki böyle büyük acılarla sınananlar da ihtiyaçları olan gücü içlerinde bulup karanlıktan aydınlığa ulaşırlar ve bizleri, yani çözümü olan sıkıntılarla boğuşulanları mahçup edip, örnek olurlar.
Bize ise kendimizi eğitmek kalıyor. Derdimiz hakikaten dert mi diye ayırd etmeyi öğrenmemiz gerek çok geç olmadan. Dünyanın sonu gelmiş gibi tepkiler verdiğimizde, bir durup silkelenmek, halimize şükretmek ve yapılması gereken neyse onu yapıp, “tevekkül içinde” devam etmek gerek hayata. Başka türlüsü hem ayıp hem yazık oluyor çünkü.
YORUMLAR