Düşün düşün... Çoktur işin!

Geçen gün Youtube’da, Mooji adlı bir Hintli guru’nun bazı "Satsang" sohbetlerini dinledim ilk olarak. Sohbetlerinin konularını, merkezinde, huzurlu bir sakinlik içinde ve çocuksu ifadesiyle kendisine yöneltilen çeşitli sorulara verdiği cevaplar belirliyordu aslında. İçlerinde en etkileyici bulduklarımdan biri, nasıl da düşüncelerin kölesi olduğumuzdan bahsettiği sohbet oldu. Gerçi Eckhart Tolle de anı yaşama sanatını anlatırken düşüncenin kontrol altına alınması gerektiğini çok güzel ifade eder ama sanırım Mooji’nin sözleri durumumuzun ne kadar vahim olduğunu daha net bir şekilde anlatıyordu.


Hayatı algılayışımız, içinde bulunduğumuz anı yaşayışımız (daha doğrusu yaşamayışımız) hemen hemen her zaman bir düşünce bombardımanı bulutunun gölgesinde gerçekleşiyor ve algılayabildiğimiz kadarı da zaten filtrelerimizin izin verdiği ölçüde oluyor. Kafamıza üşüşen önyargılar, sorular, geçmiş tecrübeler, korkular, endişeler,kemikleşmiş inançlar oluşturuyor bu filtreleri. Bir şeyi "olduğu gibi" görebilmek ve anlayabilmek neredeyse imkansız oluyor bu durumda. Her şeye sadece bize özgü olan bir yorum, bir hikaye katıyoruz farkında olmadan. Zaten o yüzden de yaşanan basit bir olayın anlatılması ve yorumlanması "kimin anlattığına" bağlı olarak türlü farklı versiyonda, türlü farklı şekilde aktarılabiliyor.


Düşünmek tabii ki gerekli ve lineer olarak düşünmeyi, tartmayı gerektiren durumlarda "olmazsa olmaz"ımız. Ama biz farkına bile varmadan bunun ötesine geçmiş sinsice ve bizi kontrolü altına almasına izin verdiğimiz bir alışkanlık olarak hayatımızı yönetir hale gelmiş. Bilinçli bir şekilde izin verdiğimizden değil de "farkındalıkla" yaşamayışımızdan dolayı kontrolü ele geçirebilmiş aslında ve uykuda geçirdiğimiz zamanlar haricinde her dakika bize nefes aldırmadan hükmeder olmuş!


Sabahtan akşama her anımıza hükmetmesini gerektiren bir durum yok yani kısaca. Nasıl hesap makinesini sadece hesap yapmak gerektiğinde çıkarıp kullanıyorsak, düşünmemizi gerektiren durumlar dışında düşünmemiz de gerekmiyor aslında. Beynimizin çılgınlar gibi ürettiği kontol dışı düşüncelerle değil de kalbimizin, hislerimizin sesini dinleyerek, anın büyüsüne kendimizi kaptırarak, her şeyi olduğu gibi kabul edip algıladığımız, akışa bıraktığımız bir hayatı yaşamamız mümkün.


Örneğin soruyorum size, karşınızdaki kişi size bir şey anlatırken ne kadar objektif ve açık bir şekilde dinliyorsunuz onu? Gözlerine bakıyor musunuz o kişinin, gözlemleyebiliyor musunuz ortaya koyduğu varlığını, sizinle paylaştığı duyguyu? Yoksa daha çok lafınızı hazırlamakla mı meşgulsünüz? Bir önceki cümlesinde kafanıza takılan bir kelimenin sizde uyandırdğı veya tetiklediği bir sürü düşünce ve duygunun etkisi yüzünden, o an kurduğu cümleyi duymaz hale geldiğiniz oluyor mu hiç? Veya her gün işe giderken yanından geçip gittiğiniz yerlerden birindeki bir manzarayı, ağacı, bahçeyi, güzelliği sırf kafanız son hızla yarışan düşüncelerle dolu olduğu için hiç görmediğiniz, fark etmediğiniz oluyor mu hiç?


Aklınızın kölesi olarak yaşarken acaba daha neleri kaçırıyorsunuz hayatta? Bir gün olsun deneyin derim... Bir çocuk gibi hayran hayran, meraklı bakışlarla gözlemleyin her şeyi, yorum katmadan, olduğu gibi, bir şeyler yüklemeden, anın içinde kalarak…



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir mooji, jamaikali dir...
    CEVAPLA
  • Misafir Antony Mooji Jamaikalı diye okudum, bir önemi olmasa da :-)
    CEVAPLA
  • Misafir mooji hintli degildir neylan hanım
    CEVAPLA
  • Misafir Süper bir yazı olmuş. Kalem inize sağlık. Farkındalık yarattığınız için.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.