İfade özürlü olmamak
Edebiyat dersini eskiden beri çok sevmişimdir. Ortaokul-lise yıllarında insanı hayata hazırlayan, daha “anlayışlı”, duygusal ve açık fikirli yapan yegâne ders olduğuna inanıyorum. Okuduğumuzu anlamamız ve yorumlamamız beklenirdi ya bizden ne kadar da önemli bir şeymiş bu meğer! Okuduğunu, dinlediğini anlamak, farklı açılardan yorumlayabilmek, duygularını ifade edebilmek herkese nasip olmuyor ne yazık ki... Çevremizdeki “İfade özürlü” birçok yetişkin bunun kanıtı…
“Kompozisyon ne zaman gerekecek ki?” diye soran çocuklardı onlar büyük ihtimalle. Eşe dosta yazdırdıkları kompozisyon ödevleri ile hayata hazırlandılar. Oysa ne çok farklı senaryoda gündeme gelir kompozisyon yazma gereği; kendi hayatımdan o kadar çok örnek geliyor ki aklıma... İşimde yaşadığım bazı sıkıntıları doğru kişilere doğru şekilde aktarabilmem için toplantı öncesi “kafamda yazdığım” birkaç paragraflık durum özeti kompozisyondur mesela. Ya da eski eşimle tartışmak yerine anlaşmak istediğim için oturup yazdığım satırlar (ki burada kendini doğru ifade etmek kadar yapıcı eleştiri yapabilmeyi bilmek de gerekiyor, aman aman!) Başıma gelen trafik kazasında, olay yerine gelen polis memuruna durumu detayıyla ama çok da uzatmadan anlatabilmemi de kompozisyon yazabilmeme borçluyum. Şu bir gerçek ki giriş-gelişme-sonucu kafasında toparlayamayanlar kendini ifade etmekte zorlanıyor. Kelimelerine hakim olan insan, hayatta daha az yoruluyor.
Hatırlıyorum da bir de şiir yorumları yapardık derste. Farklı dönemlerin şairlerinin ünlü şiirlerini işlerken Divan Edebiyatı çoğumuzu en zorlayan dönem olurdu. Gizli anlamları olurdu bazı kelimelerin ya da ifadelerin, mecazi olarak anlatırdı duygularını şair. Bazı şiirlerdeki taşlamaları, kinayeli sözleri ilk okuyuşta anlayamazdık hemen.
İşine ruhunu katan, şevkle bizim doğru dürüst insanlar olarak yetişmemiz için uğraşan edebiyat öğretmenim Rezzan Sezen’i hiç unutamam. İş şiir yorumlamaya gelince, bazen ne ipe sapa gelmez cevaplar verirdi bazı arkadaşlar, ben onların yerine utanır, kızarırdım. Hani bir de uğraşıp çabalayıp anlayamadıkları için değil de hınzırlık olsun diye, orijinal bir cevap verip o an kendi grubu içinde popüler olmak uğruna olur olmaz şeyler söylerlerdi. Rezzan Hanım hiç istifini bozmazdı (ki bu tavır da bana çok şey öğretmiştir), hiç azarlamazdı ya da aşağılamazdı ve “başka yorumu olan var mı?” diye sorardı sadece. Süklüm püklüm yerine oturan öğrencinin ezikliği de kendi kendine verdiği ceza olurdu, o kadar.
“Şair bu mısrada ne demek istiyor?” da önemli bir soruymuş meğer. Bu soru türlü farklı şekilde karşımıza çıkıyor sonraları; “Sevgilim ne demek istedi şimdi bu lafıyla?”, “Müdür neden bahsediyor bu bildiride?” gibi... Bu kadarla da kalmıyor, insanın “satır aralarını okuyabilmesi” gerekiyor hayatta. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” senaryolarında kelime ustası olan kazanıyor. Ya da ufak bir manevrayla lafı havada kapıp sohbetin konusunu ustalıkla değiştirebiliyor.
Edebiyat hayatın tam içinde... İşte bu yüzden hep şükretmişimdir Rezzan Hanım öğretmenim oldu diye. Bana kendimi ifade etmeyi ve hayatı yorumlamayı öğretti o. Kelimeleri de insanları da hayatı da daha çok seviyorum onun sayesinde... Edebiyat deyip geçmemek lazım…
YORUMLAR