Şeytan diyor çek git
“Şeytan diyor çek git!”diyor herkes bu sıralar. Tahammülsüzlük ilişkilerde norm oldu. Dar geliyor evler, dışarılara atıyor herkes kendini ama dışarılarda bile kavga ediyorlar. Ziyan ediyorlar günlerini, temiz havanın, güneşin güzelliğini ve geçip giden hayatı fark etmeksizin. Sıfırlayınca her şey düzelecek hissine kapılmış bir sürü insan ve müthiş bir şevkle yeniden başlama hevesine kapılmış.
Fiziksel veya ruhsal tacize maruz kalan ya da derin mutsuzluklar içinde yolunu bulamayıp sıfırlayanlara sözüm yok ama şu “gözünün üstünde kaşın var”la başlayıp “pire için yorgan yakan”lara şaşırmıyor değilim. Mutluluk hep uzakta,bir başka insanda, bir başka yerde olarak algılanıyor nedense. Kusurlara odaklanıp kusurları büyütürken burnunun dibindeki güzelliklere kör kalan çok kişi var ne yazık ki.
Biraz daha nankör, biraz daha vefasız, biraz daha tahammülsüz oldukça hop oturup hop kalkmak, köprüleri yakmak kolaylaşıyor. Hatta yaktıktan sonra geriye dönüp bakarak “Oh! Üstüme iyilik sağlık!” diyerek yola koyulmak ferahlık veriyor. Ama aslında bütün yollar kendine çıkıyor insanın, yakılan köprülerle bir şey hallolmuyor.
Eskiler pirinç ayıklardı. Taşlar olurdu arada ufak tefek bazen. Bir torba pirinci çöpe boca etmezlerdi bir kaç taş var diye. Biz ediyoruz. Bir ressam, tablosu üstünde çalışırken bir hata yaparsa bir süre için ara verir ve sonra döner, yeniden tekrar bakar, görür ve düzeltir hatasını. Onca emek verdiği tabloyu kolayca savurup atmaz. Biz atıyoruz.Mükemmel istiyoruz her şeyi. Ne vaktimiz, ne de sabrımız var bir şeyleri düzeltmeye. O yüzden ilişkilerde sıfırlamalar çok cazip görünüyor herkese.
Kocaman bir evin bir odasında yaşıyoruz bir süre ve o odayı bir güzel dağıtıyoruz, öyle dağılıyor ki kontrolden çıkıyor ve biz dönüp onu toplamak yerine kapısını kapatıp çıkıyoruz, başka bir odaya geçiyoruz. Yeni mekan ya, bir güzel kuruluyoruz, her şey temiz,her şey güzel, kontrol altında. Bir bakıyoruz o da dağılmış, bir diğerine geçiyoruz.
Kapıları sıkı sıkı kapansa da o odalarda geride bıraktığımız ruhumuzun dağınıklığı oluyor aslında. Ve bir gün tüm odalar bitecek, kalakalacağız kendimizle. Belki o zaman, dağıtmamayı öğreneceğiz. “Hep elin üstünde olsun” derler ya, işte o hesap. Manevi olarak da bunu yapmak gerek, ilişkileri dağıtmamayı öğrenmek... İtina ederek, kıyamadan, gereksiz yormadan, sevgiyle, saygıyla. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi bir başkasına yapmadan. En azından buna çabalamak gerek. Sevgi emek istiyor. Kendiliğinden toparlanmıyor hiçbir şey.
Yoksa tabii çekip gitmek çok kolay. Nihayetinde kimseye verilecek hesabımız yok, değil mi? Ama kendimize verdiğimiz hesap en zorlusu aslında. Herkesi kandırır da kendini kandıramaz insan. Tahammül edemediklerimize niye bu kadar tepkili olduğumuzu, dayanamadığımız şeylerin hangi yaralarımızı deştiğini fark edip, o yaraları iyileştirmedikçe daha çok canımız yanar. Daha çok sıfırlarız! Pes etmeyip de iyimserlikle ve güzellikle hayata sahip çıkmak yürek istiyor.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR