Doğru yöne bakabilmek
Yeni bir yıl başladı, yarım ayı geçti gitti bile. Peki ne değişti? Sadece bizim izin verdiğimiz kadar değişti hayatımız. Bilinçli, güzel kararlar verip bu yolda adım atanlar, hayatına güzellikler katmaya niyet edenler belki eskisinden güzel geçirdiler bu iki haftayı. Homurdanarak, ayağını sürüyerek gününe başlayanlar için ise her şey aynı eskisi gibi. Kendimize izin verdiğimiz ve layık gördüğümüz kadar mutluyuz. Mutlu olanlar da var tabii ama çoğunluk ya mutluluğu arıyor ya da aramaktan vazgeçmiş.
Geçenlerde çok güzel bir yazıya rastladım. Yunan mitolojisinde mutluluğa dair bir hikayeye göre Tanrılar, insanlar mutluluğu arasın ve böylece kıymetli olsun diye saklamaya karar verirler. Biri der ki “Göklerin en uzağına saklayalım.” Diğeri “Denizin en dibine...” Öbürü “Ormanın en kuytusuna saklayalım” diye belirtir. Sonunda biri der ki “İçlerine saklayalım. Oraya bakmak akıllarına gelmez...”
Ünlü yazar Wayne Dyer’ın bir tespiti vardı “Yanlış yöne bakıyorsunuz” derdi mutluluğu arayanlara. Mutluluğu dışarda aramamızın suçunun en başta bakış “açımız” dan kaynaklandığına parmak basıyordu yazar. Öyle ya, doğduğumuz günden beri gözlerimiz nereye bakıyor? Dışımızda olanı görmemiz için yaratılmışlar. Hep bizden ayrı,öte olana odaklıyız. Değerimizi başkalarının bize tavrını gözleyerek belirlemeyi öğrenişimiz de bundan zaten. Doğduğumuz andan itibaren dış dünyamızda bize sunulan hayat “realitemizi” oluşturuyor ve toplumun dayattığı hırslar, amaçlar ve yaşam şekilleriyle yoğrularak hep dışımızda bir yerlede arıyoruz mutluluğu.
Ne yapmak lazım öyleyse? Yüreğimizin sesini dinlememiz, içimize dönmemiz, kendi doğrularımızı ve değerlerimizi başkalarının bize empoze ettiklerinin arasından ayıklayıp belirlememiz, iç sesimizi ne pahasına olursa olsun dinlememiz gerekiyor. Kararlarımızı verirken, yönümüzü belirlerken kullanacağımız pusulanın ibresi bize doğru gelen şeyi göstermeli. “Gerçekten ne istiyorsun canım?” demeliyiz şefkatle kendimize. Bize iyi geleni yapmamız ve hayatımıza katmamız lüks olmamalı.
“İç” dengemizi “dış” faktörlere bağlı kılmamız en büyük çelişkimiz. Mala, mülke, birtakım eşyalara sahip olduğumuzda, belli kişiler tarafından belli şekillerde sayılıp, sevildiğimizde, etrafımızdaki herkes mutlu olduğunda, toplumun belirlediği ve onayladığı ölçüde güzel olduğumuzda ve bunun benzeri bir çok dış faktör sağlandığında elde edilen mutluluk ne gerçek oluyor ne de kalıcı...
Her şeyden geriye kalan biziz aslında. En güzeli sarsılmaz bir dinginlğe ulaşmak. Öyle çok güvenmeli insan kendine, öyle çok sevmeli kendini ve hayatı. Şükrettiği ve sahip olmaktan mutlu olduğu şeyler her gün erişebildiği “nimetler” olmalı. Özgürlük gibi, yürekteki ferahlık hissi, rahatça alınan nefes gibi, keyifle içilen bir fincan çay, huzurlu bir uyku gibi. Ya da ruhu besleyen bir müzik, çiceklerin mis gibi kokusu, masmavi bir gökyüzü, güzel bir günbatımı gibi. Sevdiklerinin neşesiyle çoğalmalı, hep almayı bekleyeceğine sevgiyi bonkörce vermeli,”hayat ne güzel!”dedirten anları biriktirmeli keyifle insan. Zorlandığında ve daraldığında ruhunu rahatlatmayı, kendine karşı anlayışlı ve verici olmayı da ihmal etmemeli. Gerektiğinde çekip gidebilmeli, hayata karşı duruşu cesur olmalı ve illa ki yüreğinin sesini dinlemeli bir de. Mutluluğu içinde aramalı ve “doğru yöne bakmalı”insan.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR