Allah’ın çeşit çeşit kulları

Rahmetli kayınpederimin bir lafı vardı: “Allah’ın çeşit çeşit kulları var, anlamak ne mümkün?” Çok tatlı dünya iyisi bir insandı rahmetli Osman babam. O bu lafı hangi derin ve belki de acılı tecrübeleri üzerine söylüyordu bilemem. Her duyduğumda kulak kesilir, çeşit çeşit insan olduğunu ve o çeşitler kadar farklı bakış açıları olabileceğini düşünürdüm. Evet bazı bakış açıları, davranışlar bana hiç uymaz, sonuna kadar yargılardım bazı insanları. Kendime o yaşıma kadar kurmuş olduğum değer sistemini her şeyin üstünde tutar ahlaklı, erdemli ve çalışkan bir insan olmaya çalışmanın bu hayattaki en önemli şeylerden biri olduğunu düşünürdüm. Sonra hayat kendime kurduğum katı sınırları bazen esnetmem gerektiğini bana yavaş yavaş öğretmeye başladı. Bunu yaparken değer yargılarımı çiğneyen şeyler yaptığım düşünülmesin! Sadece değiştiremediğim kişileri ve şeyleri kabul edebilme yeteneğim genişledi.


Nasıl mı oldu?

Sınavlar en yakınımdakilerleydi. Aynı ailede de büyüsem, akrabalık ilişkileriyle de bağlansam ya da ortak yaşam alanlarında, kurumlarda insanlarla kesişsem de fark etmeyen, çok da herkeslerle uymayan bir değer sistemim olduğunu kavrayıp yara alabiliyordum. İstiyordum ki herkes benim sahip olduğum yüksek insanlık değerlerine! sahip olsun. Benim kadar hassas, ince düşünceli ve etik olsun. Halbuki bu kadar karmaşık, çok bilinmeyenli holografik bir evren yaratımında bu söylemim, isteğim ne kadar da tek düze ve sıradan bir yanılgıymış şimdi anlayabiliyorum. Kaldı ki benim gibi milyonlarca insan da kendi bakış açısının en doğru olduğu yanılgısında ısrar edip duruyordu. Yani haklılık, haksızlık, doğruluk, yanlışlık çok göreceli şeylerdi. Tabi ki yüksek etik değerler, erdem ahlak ve hakikat gibi ortak insani değerler belki de tartışmaya bu kadar açık değildi ama ne kadar insan varsa şu dünyada bu biriciklikle doğru orantılı da mikro evren var. İşte bu yüzden kendi tasarımımızı, dünyanın tasarımını ve görevini anlamak çok önemli benim için. Yani konuya makro düzlemden de bakabilmek, kendi acılarımıza saplanıp kalmamak gerek...


Dünya renkli bir top sevgili kardeşim ve inan bizim oyun alanımız. Türlü türlü sınavları, rolleri, maskeleriyle bizi her an oyuna çağırıyor. İnsan olarak görevimiz; hiçbir role bağlanmadan, sadece gelişimimiz için gerekli olduğu müddetçe o rolün içinde kalarak bu oyundan geçmek ve yükselmek! Bunun için de ilişkilere ihtiyacımız var çünkü deneyimleyerek öğrenebiliyoruz.


“O ne dedi, ne yaptı?” “Neden böyle davranıyor?” “Beni gerçekten seviyor mu?” “Neden beni değersizleştiriyor?” gibi sorular ise bu yolda yarardan çok zarar getiriyor. Benim deneyimime göre daha faydalı olduğunu düşündüğüm sorular:

“Şimdi ne hissediyorum?” “Ne zamanlarda bu duyguyu hissediyorum?” “Benim için doğru olan ne, ne yapmak istiyorum?” “Neyi ifade etsem kendimi daha iyi hissederim?” “Kendi değerimi bulmak ve ifade etmek için nelere ihtiyacım var?”


İki insan arasındaki iletişim aslında iki farklı varlığın ama aynı zamanda aynı ÖZ’den iki varlığın paylaşım alanı. Bu haliyle bakıldığında iki mikro evren farklı parametreler, farklı değerler sistemi ile karşı karşıya geliyor. Benzerlikler fazlaysa bazen her şey çok kolay ve güzel akıyor ama bazen de gördüğümüz şey bizi pek de memnun etmiyor ve o kişiyi itiyoruz. Çünkü henüz onun bize yansıttıklarını görmek istemiyoruz. Çünkü orada ACI var, biliyorum kardeşim, biliyorum. BİZ’i anlıyorum ve BİZ’i o kadar çok seviyorum ki cesaret vermek istiyorum hepimize. Diğer tarafta da IŞIK var. Eğer acıyı göze alır içinden geçmeye cesaret edersen seni bolca sevgi ve şefkat bekliyor. Yaradanın kaynakları, sevgisi o kadar bol ki! Yaşayan bilir...


Hazırsan sen de almaya, aldığın kadar vermeye, sana da gelecektir. Ya da zaten geliyordur fark etmiyor, yüzlerce iyi şey içinde küçücük bir noktaya odaklanıyorsundur, yapma! Bu nankörlüktür, değer bilmemek, şükürsüzlüktür...


Çeşitliliğe saygı duyuyor ve tüm ruhsal tekamülümün buna bağlı olduğunu biliyorum. Baksana doğaya, canlılarına, bize sunduklarına...Rengarenk, farklılıklarla o kadar güzel ki tüm yaratılmışlar...Kelebekler, böcekler, kuşlar, balıklar, deniz, dağ, toprak, inekler, koyunlar, kuzular, atlar...Biri benziyor mu diğerine? At neden daha güzel böcekten? Hiç yakından inceledin mi bir böceği? Tasarımının kusursuzluğunu gördün mü? Çıkar at gözlüklerini at kenara artık.


Kutuplu algı düzeyinin yansıması olan üç boyutlu dünya düzeni yıkılıyor artık. Dünya titreşim alanını beşinci boyuta çıkartmaya çalışıyor. Sen de yardım et azıcık. Bir kutuptan diğerine bu kadar hızla savrulma! Sevgide kalmayı dene çünkü evrenin ÖZ’ü o. Dünya farklılıklarıyla, çeşit çeşit kullarıyla çok güzel kardeşim.


Allah’ın çeşit çeşit kulları var ve bazen anlaman bile gerekmiyor sadece sev ve kabul et, edebiliyorsan. Edemiyorsan yüklenme kendine, biraz uzak kal herkesten ve her şeyden ki sevebilme kapasiten artsın. Duyuyorum soruyorsun bana: “Herkesi sevmek zorunda mıyım?”


Değilsin tabii ama bil ki Allah senin kabul edemediklerini bile seviyor. Çünkü tüm yaratılmışlar BİR’dir.


O yüzden şimdi kulak ver bana! Romanımdan bir parça ile tekrar sesleniyor ruhum sana:


“Bir masal anlatacağım içinde saf ruhların olduğu… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, sayılamayacak kadar zaman önce, işte belki tam da şimdi! Biz hepimiz birdik, bütündük. Sonsuzluk içinde neşe ve huzurla yüzerdik. Hepimiz Kaynak, Kaynak hepimizdi. Mükemmellik ve tamlığı biliyorduk da parça parça, tek tek olmayı hiç bilmiyorduk. Kaynak kendini aynada görmek istemese hiç ayrılacağımız da yoktu belki ama başından beri böyle tasarlamıştı işteAyrılacak, birleşecek, birleşip ayrılacak Kaynak’a ulaşacaktık tekrar ve tekrar… Her an yeniden dağılacak, kurulacak ve tek olacaktık.


Ayrılan ruhlar, düştükleri dünyada kirlenip illüzyona kapılmasalar ve oyun oynamayı bu kadar sevmeseler her şey mükemmel olacaktı ama mükemmele ulaşmak bu kadar da kolay olmamalıydı. Renklerle, zevklerle süslü dünya herkes için farklı oyunlarla tasarlanmış, kendi sınavlarını hazırlamıştı çok önceden. Kaynak, parça parça edip varlığını, suretini görmek istemeden çok önce kurmuştu renkli topu. Ol deyip oldurmuş, dön deyip döndürmüştü. Kusursuz tasarım, kirlenen ruhları, insan varlığı ve zaman ile lanetleyip bırakıvermişti renkli rüyalar alemi dünyalarına. Bu alemde her şey karşıtı ile mevcut oluyordu, tek yoktu zira… Aydınlık karanlık ile, iyilik kötülük ile, sevgi nefret ile… İnsan böyle anlıyor, hatalar yapıp doğru dediğini bulabiliyordu, başkası mümkün değildi. Varlık ve zaman zindanından çıkmakta zorlanan insan hemencecik unutuvermişti aslında saf ruh olduğunu. Bedenine tapmış, gerçek mabedinin, içinde saklı olduğunu fark edememişti. İşte o gün bugündür beden bilmez neye ev sahipliği yaptığını… Unutur içindeki gizli özü. Duymamak için onun sesini, sonuna kadar açar kulaklarını dışardaki kargaşanın uğultusuna, sağır etsin kulaklarını uzak tutsun onu kendinden ister… Sen kardeşim, duyanlardansın, ezeli, ebedi bilenlerden, bildireceklerdensin. Yaşamının bedeli ağır, unutma gönüllü geldin, gönüllü gideceksin!”[1]


Eğer duyanlardan, bilenlerden isen yardım et sen de benim gibi diğer kardeşlerine, yargılama onları! Kabul ve sevgide kal çünkü dünya bu çeşitlilikle güzel. Eğer henüz hazır değilsen ÖZ’ünün sesini duymaya, duyanlara kulak ver sevgili kardeşim. Onlar senin için burada.


Birlikte başaracağız,

BİZ’i seviyorum.

Kardeşin Nihan


[1] DENİZ’İN ORMANI (Nihan Uycan ÖZEN)

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Mükemmel????????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.