Hiç mi evlenmemiş?
Evlenen, çoluk çocuğa karışan çiftlerin en hevesli oldukları konulardan biri çöpçatanlık etmektir. Kendileri ne güzel sofralar hazırlamakta, dayayıp döşedikleri evlerinde misafirler ağırlamakta, gece birbirlerine sarılıp uyumakta, bir çocuğu beraber büyütmenin tadına varmaktadır. Bekâr tanıdıklarına ne kadar yazıktır, her biri vakit kaybetmeden bu harika hayata adım atmalıdır. Sözün özü, evli çiftler bekârlara acımaktadır. Niyazi’yi Aysel’e, Özlem’i Boğaçhan’a, Mert’i Vildan’a yapmak istemelerinin sebebi budur.
Bekâr arkadaşlar, bu çiftlere karşı genellikle sakin davranırlar. Çünkü birkaç yıl içinde hayat gailesi içinde en azından bir kısmının susacağını bilirler. Ayrıca duymaktan bıktıkları soruları soranları ıslah edemedikleri için, artık onları kendi hallerine bırakmanın sükûneti vardır üzerlerinde.
“Evlenmeyi düşünmüyor musun?”
“Bekârlık zor değil mi?”
“Karşına anlaşabileceğin kimse çıkmadı mı?”
“Hayat yalnız geçer mi?”
Bekârlar bir kendi çevrelerinin -akraba, komşu, arkadaş üçgeni-, bir de hiç tanımadıkları insanların işte böyle tacizine uğrarlar. Sadece kendileri de değil üstelik, anneleri babaları, kardeşleri de bu tacizden payını alır. Tacizciler, aralarında erkekler olsa da genellikle kadınlardır.
“Senin kız, kız kurusu olacak sonunda.”
“Evlensin artık ama, tohuma kaçacak.”
Terbiyesizlikte dünya markası olma yolunda ilerleyen bu hanımlar kendilerine, kendi evliliklerine, kendi hayatlarına bakmazlar. Aynaya yansıyan suretleri pek parlak değildir, birini bulmuş olmanın rahatlığıyla yıllardır yuvarlanıp gitmektedirler. Kocalarının ceplerini karıştırırken buldukları yüzünden ağır krizler geçirirler ama renk vermemek için üst düzeyde çaba sarf ederler. Beyinleri hamur işi gibi yumuşadığından olsa gerek, başkalarına nasıl göründüklerini düşünmezler. Herkes evlenmeli, onlar gibi üremeli ve başkalarına sataşmalıdır.
Evli olmayanın nerede, kiminle yaşadığı da merak konusudur. Anne babasıyla yaşasa bir türlü, kendi evine çıksa bir türlü. Ailesiyle yaşasa cinsel hayatının sıfır olduğu konuşulur, ayrı otursa fanteziler üretilir. Yalnız diye acınır ama evli bir insanın evlilik içindeki yalnızlığının daha acıtıcı olduğu konuşulmaz. En yalnız insan hiç evlenmemiş olan mıdır, evli olduğu kişiyle arasında dağlar, uçurumlar olan mı?
İnsanlar âleminin bizim memlekete tekabül eden kısmında, ortamda bulunmayan birini tanımaya çalışan yeni evliyle dalya diyeni, çok okumuşla çok cahili iki üç kelime birleştirir.
“Evli mi?”
Hayır cevabıyla yetinmez, âdeta duyduğuna inanmak istemez.
“Hiç mi evlenmemiş?”
Bari bir kere evlenseydi! Hiç değilse bir kere plazma tv, iki kapılı gri buzdolabı, güderi koltuk takımı taksitine girseydi. Yetmiş iki parçalık sofra takımlarını tıka basa dolduracağı vitrinler seçseydi, dişlerinin döküleceği günlerde ancak bitirebileceği ev kredisini ödemek için kendini paralasaydı.
Evlenmek başarı mı? Bütün evlenmişler başarılı, bekârlar başarısız mı? Başarı ne? Başkalarınca onaylanmak mı? Başkaları kim? Başkaları dediğimiz eğer eş dost, konu komşu, arkadaşlarsa biz kimiz? Yoksa düşüncesizlikten biz de mi incitiyoruz bekâr arkadaşları?
İnsanın ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Başkasının mahremine girdiğinde, doğrudan kendi mahremine girilmesini kabul edersin. Bir bekârın dönüp de sana hayatının ona nasıl göründüğünü anlatmasını ister misin? Anlatsa kaldırabilir misin?
Evlilik, sahip olunan bir tür sigorta mı? Eğer öyleyse neyin sigortası? Süreceğinin garantisi var mı? Ayağının altındaki toprak bu kadar kaygan, koza sandığın korunaklı dünya cam kadar kırılganken, herkes gibi her an her şeyini kaybedebilecek haldeyken bütün bunları unutup evliler kulübü üyesi olmakla gurur duymak, herkesi bu kulübe davet etmek nasıl bir aymazlık?
İnsan her gün sabah, öğle, akşam, birer doz tekrarlamalı, “Ben önce kendime bakayım” demeli. Kendine bakmak insanı çok geliştirir.
YORUMLAR