Artık ağlıyorum
Eskiden, ağlayamazdım.
Yani ağlardım da kimsenin görmediği bir köşeye kaçarak.
Yorganın altında saklanarak.
Yastıkla yüzümü kapatarak.
Dışarıdaysak, ortamdan uzaklaşarak.
Okulda kötü not aldığımda tuvalete giderdim koşarak, orada ağlardım. Birkaç kere sınıfta herkesin ortasında patlamışlığım da var ama sayılıdır. Hep saklanırdım.
Şimdi… Tam tersi…
Sanki öyle ağlayan ben değilmişim gibi, nerede olursam olayım gözümden akıyor yaşlar.
Kalabalık bir grup dışarıdayız, telefon çalıyor, üzücü bir haber geliyor. Başlıyorum ağlamaya.
Güzel haber alıyorum, anında fışkırıyor yaşlar nerede olursam olayım.
Bir toplantıda konuştuğumuz konu hakkında bir yaram düşüyor aklıma, başlıyor dudaklar titremeye, yaşlar akmaya.
Bu kendini tutamamak mı, tutmamaktan vazgeçmek mi bilmiyorum. Aslında detayını da düşünmek istemiyorum.
Bildiğim, iyi geldiği!
O yüzden kızım ne zaman ağlayacak gibi olsa “tutma kendini” diyorum. Bir yerde düşüyor, yediremiyor, sarılıp “tutma kendini” diyorum. Ağlasın, rahatlasın diye.
Arkadaşlarının yanında üzüldüğünde kendini tutmamasını söylüyorum.
Küçükken, film izlerken duygulandığım zaman ağlayamazdım salonda. Abim dalga geçerdi. Utanırdım. Annem üzülecek sanırdım.
Boğazımda kocaman bir yumru ile oturur, odama zor atardım kendimi.
Evlendik, ne zaman duygusal film izlesem, gözyaşları aksa Arkın komiklik yapmaya çalışır. Görmezlikten gelir. Konuyu değiştirir. Hatta başlarda yanında ağlamıyordum yine bir şey yapacak diye. En son “duygularımı yaşamama izin verir misin” diye yükseldikten sonra, vazgeçti.
Geçenlerde Irmak ile birlikte Julia Roberts ve Owen Wilson’ın “Wonder” adlı filmini izliyorduk. Duygusal. Öğretici. İnanılmaz bir film. Ağlamaya başladım. Irmak endişelenmesin diye saklıyordum ki yüzümü, baktım o da ağlıyor. Kendini rahat hissetsin diye sarıldım “Bak, ben de duygulandım. Gel ağlayalım, rahatlayalım” dedim. Arkın anında ortamı terk etti. Böyle zamanlarda ustadır kendisi. Irmak da kendini daha iyi hissetti, buna eminim. Ağladık, filmi konuştuk, insanların hatalı davranışlarını nasıl da değiştirdiklerini, doğruyu bulduklarını özetledik. Arada da hıçkırıyorduk. Çok etkilendik çünkü filmden. (Bence siz de izleyin eğer görmediyseniz…)
Birkaç ay önce illet hastalığın teşhisi konan arkadaşımın hızla iyileştiği haberini aldığımda bir alışveriş merkezindeydim. Telefonda verdiğim tepkiye herkes şaşırırken bir de üzerine “yaşasın” deyip ağlamaya başladım.
Duygularımı saklamadan.
Utanmadan.
Mutluluk gözyaşı olduğunu herkes anladı zaten.
Bazı kadınların gözleri doldu.
Kızdım sonra kendime.
Ben neden yıllarca tutmuşum kendimi.
Babam bypass olurken annem çok sakindi. Ameliyat iyi geçti, babam yoğun bakıma alındı. Herkes yavaş yavaş evine gitmeye başladı. Ben annemle kaldık. Yalnız kaldığımız an başladı ağlamaya. “Neden tuttun ki kendini” dedim. Neden tuttu ki? Belki o sırada ağlasa daha iyi olmaz mıydı onun için? Ona kızarken, baktım ben hiç ağlamamışım. Denedim denedim olmadı.
Eve koştum. O zamanlar altı aylık olan kızıma sarıldım, başladım ağlamaya. Arkın da gelip bana sarılınca, iyice aktı gözyaşları.
O gün dedim ki “tutmayacağım” kendimi.
Ve size de diyorum ki: Duygularınıza izin verin. İster toplantıda ağlayın, ister toplu taşımada, ister oturduğunuz restoranda. Kendinizi rahat bırakın.
Ağlamak güçsüzlük değil ki.
Tam tersi, bence güçlü olanlar ağlar…
Başlarım o sırada etrafımızdaki tanıdık- tanımadıkların ne düşündüklerine…
YORUMLAR