Alarak, Olarak, Bilerek, Gezerek...

Kimileri alarak bir şeylere sahip olacağını sanır. Alır alır bitiremez. Evinde her şeyden üç beş tane bulunur. Şampuandan arabasına kadar her şeyi çift görmeyi sever elinin altında. Sahip olmanın hazzı geçicidir ama yeterli paran varsa al al bitiremezsin. Bu hazzın geçiciliğini fark etmeyecek kadar zenginsen yaşlanana kadar ne kadar az şeye ihtiyacın olacağını fark etmeden yaşar bitirirsin hayatı. Yaşlılık henüz yaşamasam da ilgimi çeken, üstünde düşündüğüm bir yaşam dönemi. Çocukluğumdan beri incelerim, dinlerim yaşlı insanları. Çoğunlukla tek şikayetleri sağlıkları ya da hayatın nereye ve neden aktığının farkında olmadan geçirdikleri zamanlarıdır. Ne almaya, ne olmaya, ne bilmeye, ne gezmeye hevesleri kalmamıştır artık. Ya da olanakları.


Olmaya çalışmak günümüzün modası. Arayışlar zamanındayız. Bir şeylere, başkalarının da tutkuyla sarıldığı bir fikre, harekete, oluşuma ait olmak ihtiyacı tırmandıkça tırmanmakta. Geçtiğimiz günlerde gazetelerden okuduğumuz bir üstadın maceraları haberi beni hiç de şaşırtmadı. İnsanların bir inanışa, bir rehbere ve hatta kendi inançlarını garantileyecek bir gruba bağlanma ihtiyaçları hiç ummadığı yerlere çıkartabiliyor yolları.. ‘Etrafta başkaları da aynı şeye böylesine inandıklarına göre doğru olmalı’ hissiyatı azımsanmayacak bağımlılıklara kadar götürebilir insanı. Zira yalnızlık ve tek başına bir yol çizmek az şey değildir. Zorlar, hırpalar insanı.


Günümüz bilgi çağı. Nereye elini atsan bilgi fışkırmakta. Ama doğru ama yanlış ama yarım yamalak. Çoğu kişinin artık usta çırak ilişkisinden öğrenmek gibi bir isteği de, buna dair bir ihtiyacı da bulunmuyor. Günümüzün en bilge kişisi kim diye sorsak bugünün gençlerinin vereceği tek cevap Google olacak muhtemelen.


Öyle büyük bir karmaşa var ki ortalıkta tek bir yerde tutunmak en zoru. Kimisi gezmeyi sevdiğinden, kimisi ise sırf bu ihtiyacını yok saymak için bile kendini yollara vurur bazen. Sık yer değiştirdikçe sorunları hep bir önceki yerde bırakmak daha kolaydır tek noktada tutunmaktan. Çok gezen bilir deyip bilmeyi, almayı, olmayı değil bırakıp gitmeyi seçer. Eh o da pek fena bir macera değildir. İlk kez gördüğün yerler, tadını bile bilmediğin meyveleri dalından yemeler falan derken zaman geçer gider. Bu yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve ölmediğin sürece yolun sürdüğünü anlamak için tüm evreni dolaşsan da kafan da seninle birlikte gelir. Deneyimlerin, anıların çoğalsa da, gittiğin yerden fazlasının hep var olacağını bildiğinden aklın hep olamadığın yerlerdedir.


Gelmiş geçmiş tüm dinler, tüm inançlar, tüm arayışlar ‘ver’ der insana. Karşılıksız severek ver. Sonrasını düşünmeden ver. Kendin için kaygılanmadan ver. Geçmişten korkmadan ver. Gelecek için endişelenmeden ver. Umudunu çoğaltarak ver. Şefkatini sakınmadan ver. Bugününü yaşa, zamanını ver. İnsancılığını kucaklayarak ver. Aşkını çiçeklerle sunarak ver.


İnsan bir bunu beceremez işte. Egosunun kıskaç gibi saran kolları arasında en zorlandığı bu olur. Hep ‘ben, ben, ben’ diye yaşadığından bu cümlelerdeki ‘ver, ver, ver’ leri görür sadece. Azalacağından ödü patladığından cümlelerin başında ona verilenleri de göremez. Oysa asıl sağlık ve huzur bu cümlelerin sonunda değil başındadır.





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.