Vazgeçtim, eğitim buysa çok da şart değil...
Ozan’ın eğitim macerası giderek trajikomik bir hal alarak ilerliyor.
4 yıldır süren davaya AİHM’den hala bir cevap yok. Aslında bu açıdan başladığımız yerdeyiz. Her gün ‘ya sabır ya selamet’ çekiyorum, devam ediyorum, ne yapayım.
Zaten Türkiye Cumhuriyeti hükümeti adına davaya taraf olan Adalet Bakanlığı’nın MEB’den görüş alarak yazdığı savunma, davayı kazansak bile bu konuda kimsenin hiçbir şey yapmaya niyeti olmadığını açıkça ortaya koyuyordu.
Zira onlara göre, otizmli çocukların özel okullara alınması ‘mevzuata göre tartışmalı’ bir durum.
Bu şu demek oluyor. Biz ülke olarak her türlü insan hakları sözleşmelerini imzaladık. Ama bu hakları kullanacak kadar ‘insan’ sayacaklarımızın kim olup olmadığına tam karar veremedik.
Yani bizim ülkemizde kimi öğrenciler özel okula o küçük şehirde bir ev parası kadar rakamları vermeyi kabul etse bile alınmayabilir. Çünkü o okullar ‘özel’. Çocuğun değil okulun özel olduğu bir sistem bu.
Devlet okulları ise bir başka alem. Öğretmenlerin çoğu hem sistemden, hem velilerden, hem okul yönetimlerinden ve bakanlıktan yaka silkiyor. ‘Günüm geçsin evime varayım, emekliliğim gelsin yakayı kurtarayım’ diye gidip gelen çok. Genç öğretmenler için bile bu böyle. Oh be iyi ki öğretmen olmuşum dedirtmeniz zor bu ülkede. Öğretmenin durumu bu olunca da eğitimden bir şey beklemek haliyle mümkün değil.
Eğitim denen olgu bugüne gelene kadar çeşitli aşamalardan geçmiş. Ancak ilk haliyle bugünkü hali arasında en ufak bir ortak nokta bulunmayacak kadar değişmiş. Ne o zamanki doğal öğrenme, ne aktarılmak istenen ‘yaşam özü’ artık eğitimin içeriğinde zaten kalmamış gibi görünüyor.
Eğitim başlangıçta çok küçük gruplar halinde yaşayan insanın, o küçük grup içindeki en bilgili kişinin gençlere deneyimlerini ve onlardan çıkardığı dersleri aktardığı ilk ağızdan bir süreçti. Bugünse sanayi devrimi sonrası ‘ devletin eğitimi’ diyeceğimiz bir olgu ile karşı karşıyayız. Yani eğitimin odak noktasında çocuk, genç değil ‘devlet ve onun ihtiyaçları’ konmuş durumda.
Özel okullar da bu durumun dışına çıkamaz. Çünkü onların da var olması verdikleri eğitimin, uygulanan öğretim biçiminin tümüyle devlet tarafından belirlediği kurallara tabi ve devlet denetimi altında.
Bugün mesela ülkemizde kendi çocuğunuzu bu sarmaldan çıkarıp, ‘ben böyle bir eğitim istemiyorum, çocuğumu kendim eğiteceğim’ deme şansınız bulunmuyor. Yani sizin çocuğunuzun ne öğrenmesi gerektiğine, nasıl öğreneceğine dair herhangi bir fikir yürütme hakkınız yok. Zira ‘zorunlu eğitim’ yasal olarak sizi bağlıyor ve hem yaş hem de diğer koşullar bakımından zorunlu tutuyor. Çocuğunuzu istemeseniz bile bu kötü sisteme katmak sizin yasal yükümlülüğünüz.
Ülkemizde bu anlamda sivil toplum çalışmaları da son derece verimsiz ve etkisiz geliştiğinden ‘okul aile birliği’ denen okul içi sivil yapı okulun karşılayamadığı fotokopi, temizlik görevlisi gibi ‘ekstra’ masrafların karşılanacağı kermesleri düzenlemenin ötesinde bir fonksiyon ifa edemiyor maalesef. Zaten bu birliklerde çalışmak isteyecek veli bulmak da pek mümkün değil. Zaten ne ara işinizden gücünüzden vakit bulup bunlarla ilgileneceksiniz, değil mi ama?
Bugün okullarda şiddet sorunları, cinsel istismar, zorbalık, bağımlılık gibi pek çok sorunla boğuşan çocuklar olduğu basına ve kamuoyuna sıkça yansıyor. Sistem bu sorunlara nasıl eğiliyor kısmı ortada. Bol bol toplantı, çalıştay, seminer falan filan.
Çocuklar ülkenin durumundan büyüklerin pek de farkında olmadıkları çok fazla şeyi kendi ilişkilerine kopyalıyor. Çocuklar büyüdükçe aileler de sorunların daha çok farkına varıyor.
Ama bu sorunların çözümü noktasında kendisine hiçbir pay biçmiyor bu veliler.
Mümkün olduğunca ellerinden gelenin en iyisini yapıyor, çocuklarını ‘mümkün olan en ünlü, en pahalı, en çok deneme sınavı yapan’ gibi kategorilere ayırdıkları okul seçeneklerine yönlendirmeye çalışıyorlar. Yani sistemle ve onun nasıl düzelebileceği ile hiç bir şekilde ilgilenmeyip, onun içinde sosyo-ekonomik durumlarına en uygun pozisyonu alıyorlar.
Tablo buyken ‘otizmli çocuğun eğitimi’ dediğimizde verilen cevap da doğal olarak ‘ooohhooo ona gelene kadar’ oluyor.
Ona gelene kadar şöyle bir durum var.
Arkadaşımla Bodrum’un bir ilçesindeki bir eğitim kurumundayız. Ozan’a alternatif bir eğitim modeli oluşturabilir miyim diye uğraşıyorum. O da yardım ediyor. Böyle günlerde yanımda olmayı göze alan çok az kişi oluyor. Sağ olsun.
Bir aile geliyor. Tanışıyoruz. Şahane bir çocukları var, müthiş zeki, iletişimi çok kuvvetli, sesi çok güzel, şarkılar söylüyor, sürekli sorular soruyor, potansiyeli çok yüksek bir çocuk. Çok açık. Yürüyemiyor ve göremiyor. Babası hastane ile davalık olduklarını çünkü bu noktaya doktor hatası ile gelindiğini söylüyor. İlk defa karşılaşmıyorum, doğrudur, inanırım, yapmışlardır.
Çocuk neredeyse ilkokulu bitirecek yaşta. Ama bugüne kadar hiç okula gidememiş. Oysa bir sınıfın içinde olmak için yanıp tutuşuyor. Sorduğum bir soruyu ‘sınıfa girince söylerim’ diye cevaplıyor.
Aslında okula gidememiş demek de yanlış. Hiçbir özel ya da devlet okulu onu kabul etmemiş. Son gittikleri okulda baba ‘benim elimden iş gelir, sınıfta onun oturabileceği ahşap ayrı bir koltuk yaparım’ dediğinde müdür ‘her aile sizin gibi ayrı sıra yapmaya kalkarsa biz bu okulları nasıl yöneteceğiz’ demiş.
Çok şaşırdınız değil mi? Bana ‘yanındayız’ diyen pek çok kişi gibi çok şaşırdınız. ‘Ama onlar için özel okullar yok mu, ama nasıl olur şikayet etmemişler mi, hay Allah bu ülke böyle işte’ deyip geçecek ve kendi hayatınıza ‘özel’ okullarınızdan devam edeceksiniz değil mi?
Benim gibi bu konularda çaba gösterenlere uzaktan ‘seninle gurur duyuyorum’ falan diye gazı verip, kendi çocuğunuzun okulunun ne yaptığını hiç sorgulamayacaksınız değil mi?
Biliyorum, öyle yapacaksınız.
Siz görmüyorsunuz, bilmek istemiyorsunuz diye, ilgilenmiyorsunuz diye bunlar oluyor. Kendi çocuklarınızın notları iyi geldiği sürece okula ‘neden bu okulda hiç engelli çocuk yok’ diye sormadığınız için bu cüret, bu ayrımcılık.
Sizler o özel okul paralarını gözü kapalı ödeyip ‘önce insan yetiştiriyoruz’ falan gibi sloganlarla sizi ve çocuğunuzu yalanlarıyla oyalayanlara hiç itiraz etmediğiniz için. Müsamerelerde çocuğunuzu alkışlamakla yetinip, ‘onun için en iyisini yapıyorum’ diye gönlünüzü ferahlattığınız için. Kendinize bile dürüst olamadığınız için.
Oysa sizin çocuğunuz da bu sistemin içinde. Sizin ‘konfor alanı’ olarak etrafına çevirdiğiniz tellerin içinde bu sistemin çıyanları, akrepleri, yılanları dolaşıyor. Ne kadar gözünüzü kapatsanız da bir gün gelecek o yılanlar sizi de sokuyor, sokacak.
O zaman sakın bana gelmeyin. Olur mu?
Ya da yine de bana gelin en iyisi. Çay içeriz.
YORUMLAR