Sonbaharın mutluluk halleri
Sonbaharı karşılarken evimin hareketlenmesinden çok büyük bir keyif alıyorum. Gelen giden artıyor, çocuklar Büyükada’da geçen üç ay sonrası, tekrar İstanbul’a, tekrar odalarına ve ders kitaplarına, biraz daha büyümüş olarak alışmaya başlıyorlar. Eve arkadaşlarını getiriyorlar, her daim bir kek kokusu ve çocuk sesleri… Mutluluk bu sanırım…
Maçları da atlamamalıyım. Ev ahalisinin ortak keyiflerini çok önemseyen biri olarak sonbaharla beraber spor müsabakalarının evimi şenlendirdiğini söyleyebilirim. Stada gidilmiyorsa; arkadaşlarla beraber evde maç izlemek, sonbaharın, kışın önemli bir aktivitesi bence. Maçlara eşlik edecek atıştırmalık bir mönü yapmak beni her zaman heyecanlandırır. Rutinin dışına çıkılır, tezahüratlara kahkahalar karışır, maçlar pür dikkat seyredilir ama çoğunlukla çatal bıçağa gerek kalmadan tüketilecek lezzetler de bir anda bitiverir. Evim keyifle dolar. Bu nedenle eşimden gelen her “Maç için misafir getiriyorum” telefonuna çok sevinirim ben.
Sonbahar ev davetlerinin de en yoğun olduğu dönemdir. Yaz bitmiş, arkadaşlar özlenmiştir. Üstelik bir de balık mevsimi olunca mutlu sofralarda buluşmak farz olur. Kestane ve balkabağı bana göz kırpmaya başlar, ben de mutfağa!
Tüm bu anlattıklarım dışında ben sonbaharı evimde daha çok vakit geçirdiğim için severim. Yapılacak pek çok şey vardır sırada. Bitmeyen, akılda kalan, yapılmadığı için sıkıntı veren işler için fırsatlar vardır önünüzde. Ben bu durumlarda müthiş bir başlangıç enerjisine sahip oluyorum ve hedefe doğru tereddütsüzce marşa basıyorum. İşler bittikçe yine mutlu oluyorum…
Mutluyken yorgunluk nedir bilmez ya insan işte ben de öyle oluyorum. Ve mevsimin ilk gribini ya da soğuk algınlığını bu dönemde yaşıyorum. Ama hemen ilaca sarılmıyorum, “Cur moritur homo, cui Salvia crescit in horto?” diyorum. Doğadan’ın sponsorluğunda hazırlanan, Prof. Dr. Erdem Yeşilada’nın “Bitki Çayları” kitabından öğrendiğim bu Latince sözlerin Türkçesi ne mi? “Bahçesinde adaçayı yetişen bir kimse, niçin ölür ki?” Bahçemde yetişmiyor ama evimde en güzelinden adaçayım var. Bu durumda bu kadar çok nimeti olan bu bitki çayından bolca faydalanıyorum, kapaklı fincanımda kaynar suyumla demliyorum ve sık sık meleklerin çayı da diye bilinen bu çayı tüketiyorum. İyileşiyorum… Seviniyorum… Doğaya teşekkür ediyorum…
Sonra kız arkadaşlarım arıyor beni. Herkesin anlatacak ne çok şeyi var; yaz sonrası… Yeni bir iş, yeni bir şehir, yeni bir ev, yeni bir aşk ve artık bizim jenerasyonda azalsa da yeni bir bebek… “Böyle telefonda olmaz hadi bir uğra!” diyorum…
Bir kadının en büyük ihtiyaçlarından biri güvendiği, sevdiği bir kadına açılmaktır. Anneler başta gelir, en yakın arkadaşlar hemen sonra. Anneannem annemi “Ofisime bekliyorum” diye çağırır paylaşacağı önemli bir şey olursa. Jenerasyon değiştikçe biribirine açılma yöntemleri de değişiyor. Belki anneannem annesine mektup yazıyordu. Ben neredeyse ilk iş anneme her sabah telefon açarak terapi oluyorum. Kızımsa her an canını sıkan bir konuyu rahatlıkla bana anlatabiliyor. Sanırım yarın öbür gün nerede olursa olsun Skype’la halledecek işini. Şekli ne olursa olsun amaç sevilen birini ‘an’ımıza, mutluluğumuza ya da problemimize ortak etmek.
İşte kız arkadaşlarıma “Hadi bana gelin” derken de aradığım bu. Senelerin getirdiği eşsiz dostluk duygusu, güven dolu sıcak bir gülümseme, sevgiyle tutulan bir el…
Etrafınızda mutluluğunuzla mutlu olanlar, üzüntünüzü paylaşanlar çoksa; havalar soğumaya başlamışken ve bahçelerden evlere girmişken, işte bu sonbaharın en mutlu hali kız kıza buluşmalardır. Ve belki de mutfağınızdan, onun için ellerinizle yaptığınız bir tabak etrafında paylaşılan hayatlardır.
> Selin'in bu haftaki "Balık Köftesi" ve "Pırasalı kiş" tarifi için lütfen tıklayın...
YORUMLAR