Bu Türkiye kaç kadın?
Günümüzde çokça konuşulan şu duygusal zekâ dedikleri şey bir kişinin hayatı boyunca yaşadığı ikili ilişkilerin çokluğuyla gelişen bir olgu bence. Bu nedenle kalabalık aileleri çok önemsiyorum ve bu ailelerin bireylerinin hayata belli bir anlamda bir adım önde başladığını düşünüyorum.
Kendime baktığımda ben kaç kadınım acaba diye düşündüğüm çok olur. Kanının son damlasına kadar özverili annem miyim? İddialı halam mı? Her şartta dimdik yürüyen yengem mi? Toparlayıcı anneannem miyim? Bir iş kadını olarak kodlanmış teyzem mi? Küçükken en sevdiğim bebeğime ismini taktığım her türlü kadın halinin aklımdaki idolü Nur Abla mı? Muhtemelen ben hepsinden birazım ve tüm bu kadınları çok ama çok seviyorum.
Büyüdükçe işler değişiyor. Başka başka sosyal çevrelere giriyorsunuz. Bir taraftan iş hayatı, bir taraftan arkadaşlar ve aile… Alabilecekleriniz azaldığı için, artık değişik kadın tiplerini sadece gözlemlemeye başlıyorsunuz. Kariyer peşinde koşanı, çocuklarına elini kolunu kaptıranı, gösterişsiz yapamayanı, entelektüelliğin dozunu kaçıranı, yerinde oturamayanı, kapalısı açığı, yenilenmeden duramayanı, mutfaktan çıkamayanı, anacı, femineni, masküleni, feministi, tırnaklarıyla kazananı ve ne yapsa yaranamayanı…
Dikkat ediyorum da işin içinde sevgi olunca başka başka kadınlar bir ailede mutlu mutlu yaşıyorlar ama bir toplumda bu kadar farklı ve uzlaşamayan kadın tipi olunca işler zorlaşıyor. Türk toplumunun son dönem yaşadığı sosyal sıkıntıların pek çoğunun da bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Birbirini sevmeyen ve onaylamayan ne çok kadın var etrafta.
Kadın ailede ve toplumda belirleyicidir ve itici güçtür. Dikkat edin, hanımların birbirini sevdiği aileler daha çok görüşürler. Erkek ne kadar egemen olmaya çalışırsa çalışsın sevinmesinin de üzülmesinin de ve ne yazık ki sinirlenmesinin de temelinde kadına dair nedenler vardır. Pek çok erkeğin iş hayatı da ev hayatının bir yansımasıdır. Kadının sessiz de olsa, farkında olmasa da bu denli etkili olduğu bir toplumda kadınca bir uzlaşma sağlanamazsa, erkeklerin gözünde kadının sayılması da bence hayalden öteye gidemeyecek bir dilek olarak kalmaya mahkûmdur.
Ben hayatımıza bir şekilde girmiş her kadını sevme, anlamaya çalışma taraftarıyım. Bunun çok zor olduğunu biliyorum ama ben kendi adıma yapmaya çalışıyorum.
Modern bir genç kıza kötü gözle bakanlar beni ne denli üzüyorsa, toplum kurallarına uyan ama kapanmayı seçmiş bir kadına aşağılayıcı gözle bakmak da aynı derecede üzüyor, düşündürtüyor. Fikirlerini beğenmediğimiz, davranışlarını onaylamadığımız kadınları dışlama yolunu seçmesek de anlamaya çalışsak, ortak bir payda yakalasak güçlenmez miyiz, doğru olanı hep beraber bulamaz mıyız? Erkek hegemonyasına karşı güçlü bir kadın topluluğu olarak çıkmaz mıyız?
Kadının kadını sevdiği bir toplumda politikanın da daha samimi ve daha insancıl yapılacağını zannediyorum. Hangi ülkede bizim ülkemizdeki kadar aralarında uçurum olan kadın tipi var diye düşündüğümde sanki ilk sıradayız gibi geliyor. Allah aşkına; Türkiye kaç kadın acaba? Ne yazık; çok kadın ama güçsüz, desteksiz, çaresiz kadın…
Bu aralar Joe Vitale’in güzel bir kitabı var elimde; Zero Limit… Yaşadığımız her problemin sorumluluğunu kendimize yüklüyor. İşte ben de aynen böyle hissediyorum ve Türk kadınını yine Türk kadınının bir birine beslemeyi başardığı sevgi yüceltecek diyorum…
Bu dileğimi birleştirici bir tarifle de süslemek istiyorum. Ülkemdeki tüm kadınların, konumu, duruşu, geçmişi ne olursa olsun, sözbirliği etmişçesine yapmayı ya da sofralarında sunmayı istedikleri bir tarif vereceğim: Zeytinyağlı yaprak sarma. Hak verdiğinizi duyar gibiyim. İtiraf etmeliyim; ben çok sonraları anladım yaprak sarmanın değerini. Annem dolmaları her davette tek tek sardığında, yapraklardan annemi kıskanırdım… Şimdi annemden özür diliyorum çünkü o emeğin; ağırlamanın ve sunmanın en keyifli ve en içten şekli olduğunu biliyorum. Sizin de bunu hissetmenizi ve her dokunduğunuz yapraktan keyif almanızı diliyorum.
>> Zeytinyağlı yaprak sarma tarifi için lütfen tıklayın…
YORUMLAR