İyiliğin tiranlığı
Şimdi size iki kelime söyleyeceğim. İkisi de birbirinden güzel ve birbirinden tehlikeli: İyi niyet ve iyilik.
İnsanlık tarihi boyunca işlenen zalimce eylemlere “Bunu kötülük adına yapıyorum nihaha!” diyen olmadı. İyilik adına ve iyi (olduğu sanılan) niyetlerle insan eliyle dünyada pek çok acı yaratıldı, hala da yaratılıyor.
Bu küçük evrenlerimizde de böyle.
İstenmeden verilen tavsiyeler, hep o iyi niyetle veriliyor.
Nezaketle yapılan susturma girişimleri, hep iyi niyetle ve çok nazikçe:
“Şey şöyle yazmışsın, bana mı dedi acaba dedim? (gülücük + üç tane kırmızı kalp)”
Kalplerle, samimiyetle, ben seni seviyorum biliyorsun’ larla maskelenen pek çok şiddet eylemi vuku buluyor. Şefkatte hayatın engellenemez acılarıyla kalmayı çalıştığımızdan da çok belki, engellenebilir acılar son bulsun diye çalışıyoruz. İnsanın insana ettiği türden acılar da sıralamada en önce geliyor.
Didaktik vaazlarla bunlar hallolsaydı çoktan kurtulmuştuk bu eylemlerin cümlesinden. Kurtulmadığımıza göre diyorum ki sadece bir anlığına da olsa “bunu iğrenç bir öteki yapıyor” hapishanesinden çıkıp bakalım şu ötekine, hallerimize, hepimize. Kimimizin dününe, kimimizin bugününe, kimimizin yarınına. En temelde o cahil, olmamış hallerimize.
Böylesi bir şiddeti uygulayan tu-kaka olduğundan yapmıyor bunu. Özgür olmadığından yapıyor. İçinde bir “iyi olma tiranlığı” kurmuş, kendisine de eziyet ediyor. “İyi olmalıyım” kalan her sesi korkutup susturmuş belki içeride. Dışarıdan cici, tatlı, iyi niyetli görünen bir insan evladı.
Gruplarımda üzerine basa basa “Susma hakkınız var, hatırlayın.” derim. Susma hakkının olmadığı bir yerde ağzımızdan hakiki bir şeyler çıkmasına imkan var mıdır? Tıpkı bunun gibi, iyi olmak zorunda hisseden insanın özgürlüğünden söz edemeyiz.
İronik şekilde özgürleştikçe kötü olmayız. Kötü olmamamız gerektiği için değil, kötülük yapmayı sıkıcı bulduğumuz için. Kötü olmamalıyım’ daki o -meli, malı içinde çok fazla kötülük çekiciliği var. Oysa kötülüğün çekiciliği bize tarih boyunca yutturulmuş en büyük yalanlardan.
Ancak kötü bir şey yapmayı sıkıcı ve gereksiz bulmaya başladığımızda hakiki iyi eylemlerde bulunan biri olmaya başlıyoruz.
İyi olmak zorunda olmayan özgür biriysem kimseyi desteklemek zorunda değilimdir. İçimden geldiğinde desteklerim. Ben kendimi hafif hissederim, karşımdaki de desteklenmiş. İyi olmalıyım ile yapılan eylemlerde ise kendime uyguladığım bir şiddet var. Yani kendimi olduğum halimden daha ideal bir bir yöne doğru çekiştiriyorum, -burada bolca kibir de var aslında- ve pek tabi bunun bedelini de ödetmek istiyorum. Hafiflik yok, “Bu ağırlığı kim taşıyacak şimdi?” var.
İyiliği yüceltip kötülüğe saydırmaya devam ettiğimiz sürece bu dualiteyi ve polarizasyonu güçlendirip duruyoruz.
Eskiden iyi olmayı daha çok önemseyen biriydim ama bugünkü gözümle baktığımda zarar verici eylemler yapıveriyordum. İstemiyordum, amaçlamıyordum, ama oluveriyordu bazen. Sorsan hep iyi niyetliydim, ama bir şekilde iyi olayım- aman kötü olmayayım diye kendimi içine soktuğum cenderelerden acı yaratarak kaçışlarımı iyi hatırlıyorum.
Bugün ise daha özgürüm, iyi olmak gibi bir zorunluluk hissetmiyorum, ama canım kötülük çekmiyor. Çünkü dikkatim çok değerli, çünkü hepimizin hangi malzemeden yapıldığımızı biliyorum, çünkü yapacak daha çekici iyi işlerim var. Yine de acı yaratmıyorum diyemem, ah bu insan olmanın kaderi…
Kötülük pazarlandığı gibi çekici değil sıkıcı. Ve dünya ancak kötülüğün kötü değil, sıkıcı olduğunu gören insanlarla daha az şiddetli bir yer olabilir, gibime geliyor.
YORUMLAR