Derin demokrasi

İçinizde nasıl bir yönetim sistemi işliyor, bakmaya var mısınız? Farklı parçalarınız birbiriyle nasıl bir diyalog içinde?


Demokrasi? Aristokrasi? Despotluk? Faşizm? Monarşi? Teokrasi? Belki bir başka biçim?


Dışarıdan en nahif ve iyi huylu görünenlerimiz dâhil, çoğumuz içeride koca koca diktatörlüklerle hayatta kalıyoruz. Müdahale etmezsek bu yönetim şekliyle de ölüyoruz. “Böyle gelip, böyle gidiyoruz” yani; insanın potansiyeline edilmiş bu en büyük küfürlerden birini beslemeye katkıda bulunarak.


İçinde yaşadığımız devirde, gerçekliğin görünen kısmında, diktatör liderlerin yükselmiş olması da hiç şaşırtıcı gelmiyor, içerisi bu haldeyken. Diktatörlükte, belli bir ses çok baskın oluyor. O ses, renkli sesler korosunu kapsayamıyor. Kapsamaya dair bir derdi dahi olmuyor. O yok saymak, bastırmak ve inkârı biliyor, iyi biliyor. Duyulmayan sesler öfkeleniyor. Çekişme oluyor ve şiddet doğuyor. Sonra biz o sese “ben” diyoruz. “Onu severim, bunu hiç sevmem” lerden mürekkep parmaklıklarla, varoluşun geri kalanından kendimizi ayırıp daracık bir hapishaneye kilitliyoruz. Anahtarı sadece içeriden açılabilen, varoluşun en tuhaf hapishanesi…


Hadi diktatörlükleri yıkalım dedik, gelelim demokrasiye... İşler burada güllük gülistanlık mı? Tam olarak değil. Çoğunluğun sözünün geçtiği demokrasi çok canlar yaktı, yakıyor, biliyorsunuz. Bilge kararlar alınmasının yolu, sadece çoğunluğun değil azınlığa dâhil bin bir renkteki seslerin de duyulmasından geçiyor.


Peki ya demokrasi derinleşebilir mi? Arnold Mindell bu sorunun peşine düşerek insanlığa “derin demokrasi” kavramını hediye etmiş, ilham verici bir fizikçi, Jungcu analist, yazar ve öğretmen. Transpersonal psikoloji, beden psikoterapisi, sosyal reform ve spiritüellik konularında beyaz üstüne beyaz* kafa yormuş güzel bir zihin.


Derin demokrasi en temelde bir çatışma yönetimi metodolojisi. Doğumu siyasi çatışmaların çözümüne psiko-sosyal bir bakış açısı getirmeyi akıl etmekle vuku buluyor. Bugün fasilitasyon, karar verme, liderlik ve iş dünyasında kullanılan bu kavramı, iç dünyamızı anlama ve anlamlandırma yolumuz için de çok faydalı buluyorum. Şefkat başlığında çalışırken de oldukça işe yarar bir metafor oluyor.


Derin demokrasi tavrında merkezde ve marjinal olanı dahil edebilmek var. Çoğunluk prensibine göre değil parçaların birbiriyle diyaloğuna göre işliyor.


Derin demokrasi derin, çünkü -merkezde ya da marjinal- sesleri dinlerken sadece düşüncenin ötesine geçiyor; duygular, değerler ve inançları da denkleme dahil ediyor. Realitenin çeşitli katmanlarına bakıyor, çerçeveyi, bir çatışmayı konuştuğumuz konteksti göz önüne alıyor.


Anladığım şekliyle Zen’ de içimizde çok ama çok derin bir demokrasi kurma yolunda oluyoruz. Şefkat tanrıçası Avalokiteshvara dünyanın tüm seslerini derin derin dinleyen demek. Dinleme ile şefkatin büyülü bir ilişkisi var. Derin dinleyiş olmadan şefkat olmuyor.

Dışarıyı dinleyen böyle kulakların sahibi olmanın yolu, içeride böyle dinlemeyi an be an öğrenmekten geçiyor.


İçimde siyaseten en yanlış, en kötü diye etiketlenen, en marjinal, radikal, tuhaf, aşağılanmış, istenmeyen, utanç uyandıran halleri görmeye, işitmeye gönlüm var mı? Canım yana yana buna istikrarlı bir emek verecek miyim? İşte o zaman derin demokrasi için umut var.


Sesleri dinleyebilir miyim? Sakin sakin, ilişmeden, düzeltmeye çalışmadan, varsaymadan, yok saymadan, bastırmadan, içine kapılıp da savrulmadan?


İçimdeki çoğunluk ne diyorsa dilersem yine onları yapabilirim. Azınlıkların da bu çoğunluğun kararıyla ilerlerken taş koymamak, öfkelenmemek, protesto etmemek için neye ihtiyacı var sorabilirim. Usulca dinler, ne yapabiliyorum samimice bakabilirim.


Hepimiz biliyoruz değil mi; duyulan bir parçanın bağırması, sesini duyurmak için türlü numaralar yapmasına gerek kalmıyor. Çoğu durumda duyulmak, varlığının görülmesi ve onurlandırılması yetiyor. Sade bir " burdasın, duyuyorum" yetiyor. Çoğu durumda bu kelimelere dahi gerek kalmıyor. Bu kelimeler, belki yaklaşım çoğumuza sahtekar ya da sakil hissettiriyor ve bu çok anlaşılır çünkü böyle büyümedik. Bize tanıdık olan cehennemi, tanıdık olmayan cennete değişmek konusunda epey hünerliyiz biyolojik olarak.


Zen ve şefkat çalışmasıyla içimizde kurduğumuz diktatörlük önce demokrasiye sonra da derin demokrasiye dönüşüyor bana göre.


Birinin dediğini yapmak zorunda değilsem, dinleme gücüm oluyor. Sadece dinlemek, bir şeye şahitlik etmek, beni yerimden zıplatmıyor, sakin ve serince durabiliyorsam bu beraberinde müthiş bir içsel güç getiriyor. O içsel güç, en büyük kaynaklarımızdan biriyle temasta bir yerden yaşamayı mümkün kılıyor. Hayatta kalan olmakla yetinmeyip, serpilen ve büyüyenlerden olabilmeyi mümkün kılıyor.


Olup bitenden, o seslerden ayrı bir şahitlik eden alan da olabildiğimi deneyimlemek bu derin dinleme işini gitgide derinleştiriyor.


Duymaya ve görmeye tahammül edemediklerim neler - sokakta, hayatta, ailede, sosyal medyada ve iç dünyamda?

İhtiyacım buysa uzaklaşma hakkımı kullandığım, o sesi düzeltmeye ya da susturmaya çalışmadığım, kendi haline bıraktığım bir hal nasıl mümkün olur?**

Küçük ve nefis bir risk alıp bunu deneyip bedenimde ne oluyor gözlemleyebilir miyim?


O küçük ve nefis risk kaçmaz, ben bize diyeyim.


*Beyaz Üstüne Beyaz, Malevich.

**Bu, dünyada düzeltilmesi gereken şeyler için emek vermenin önünde engel değil, tam tersine dengeli bir yerden işe yarar çabayı ortaya koymak için mükemmel bir zemin.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Eline,yüreğine sağlık????????????????????????????????
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.