Çok okuyan mı, gezen mi, söyleyen mi?
Okumuş olmak bir zamanlar benim için çok şey ifade ederdi. Çok kitap okuyan insana hep ayrı bir ilgi duyardım mesela. Zaman, okuyanın değil okuduğunu özümseyen, onu hayatına katabilen insanın makbul olduğunu usul usul acıtarak da olsa gösterdi.
Tek bir bedende, belirli bir kişilikte yaşıyoruz. Kitaplar, olmadığın, olamayacağın pek çok karakterin, maceranın, ruh halinin, mekanın, zaman diliminin, hayal gücünün hazinesini sunuyor sana. Bir ömürde yüz yüze mümkün olmayacak kadar çok insan tanıyor, zamanda yolculuk ediyorsun. Bir gece vakti yıldızları çok da söndürmemek için balkonunun kısık ışığını açıp kitabını eline aldığında çıkacağın serüvenin sınırları, yazarın düş gücü kadar. Bu, tadını bilen için gerçek bir mucize.
Bunların hepsi çok güzel de, daha güzel olanın, insanın okuduklarıyla yaşamasını bilmek olduğunu da zaman öğretiyor işte. Artık tüm 'entellektüel' faaliyetlerini kendini pazarlamak için üzerinde bir apolet gibi taşıyan insanlardan gına geldi. Kütüphaneleri devirmiş, sözde kültürlü bir insandan daha çok, okumamış ama farkında biriyle kalben daha yakın hissediyorum artık. Demem o ki nasıl okuduğun değil, nasıl yaşadığın daha öne geçiyor.
Samimiyet sanatın üzerinde bir değer. Onun üzerine inşa edildi mi anlam kazanıyor her şey. Elinde içki kadehleri, gözleri fıldır fıldır oynarken Sartre edebiyatından, Virginia Woolf'un intiharından konuşan sahte insanlardansa Fatma Teyze'nin yirmi gündür doğum yapamayan ineğinin mevzusu daha sahici benim için. Birincide söyleyecek daha çok sözüm olabilir ama varlığım ikincisinde huzurlu.
Çok gezen mi daha çok bilir, çok okuyan mı sorusunun cevabını pek veremem. Elbette ikisi de olursa en şahanesi... Ama kesin olan birşey var ki çok söyleyenden ne köy olur ne kasaba.
Tüm bunlardan sonra bir kitap önerisinde bulunarak bitirmek istiyorum bu yazıyı. Son zamanlarda vedalaşmakta en zorlandığım kitap Kayığım Rosinha oldu. Pek çoğunuz Şeker Portakalı'nın yazarı olarak tanıyorsunuz onu. Lakin Kayığım Rosinha asla onun gerisinde kalmayı hak etmeyen bir kitap.
Ze Oroco, ailesiyle ilgili başına gelen trajedilerden sonra Kızılderililerin arasında ormanda yaşamaya alışmış, ağaçların, hayvanların sesini duyup onlarla sohbet edebilen bir Beyaz'dır. Kayığı Rosinha ile ırmakta çıktıkları yolculuklar ve ikisinin arasındaki özel bağ yöre halkında da bir efsaneye dönüşmüştür. Lakin doğayla bağlarını bu kadar dolaysızlaştırmış bir adamı beyazların medeniyetinin kabul etmesi mümkün değildir. Ze Oroco ve Rosinha'nın sınavı işte burada başlar.
İnsanın kendi varoluşuna ve sahibi değil, bir parçası olduğu doğaya neler yaptığının çok çarpıcı bir hikayesi bu roman. Orman perisi ve hayvanların kendi aralarında yaptıkları sohbetler ibretlik. İnsan harici tüm canlılar gerçekten dile gelse daha azını duymazdık kesin.
Sadece yetişkinlere değil özellikle genç okuyuculara da tavsiyemdir. Hele de benim yaptığım gibi bir sahaf arkadaşınızdan edinip eski baskısından okursanız, ömür boyu yer eden bir okuma macerası yaşamış olursunuz.
YORUMLAR