Denize bir avuç zeytin saldım
Döndük dolaştık, az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik ve geldik yine bir zeytin hasadı mevsimine. Siz adına sonbahar deyin, güz deyin, hüzne sevdalı olanlar hazan mevsimi desin, benim için Eylül’ün sonundan yıl sonuna kadar geçen bu birkaç aylık süre, mevsimlerin en güzeli zeytin mevsimi... (Bakmayın siz en güzeli dediğime, şubat gelip bademler açtığında da aynı şeyleri o mevsim için söyleyeceğim.)
Kendimi bildim bileli günlük tutan biriyim. Hayata dair önemsediğim ne varsa, kayda geçmeyi çok severim. Herkesle paylaştığım bu haftalık yazılar da bu açıdan çok kıymetli benim için. İnsan unutmayacağını sandığı nice şeyi nasıl unuttuğunu ancak yazıya geçirip de yıllar sonra okuduğunda farkına varıyor. O yüzden mevsimlerin bu döngülerinde yaşadıklarımız, toprağın, ağacın, denizin o seneki bereketine dair düştüğümüz notlar ziyadesiyle önemli.
Doğayla başbaşalık bitmeyen bir öğrencilik. Bıkıp usanmadan tekrarladığım cümlelerimden biri de bu. Bu sene zeytin hasadının bu ilk dönemlerinde yeni bir merak, heyecan sardı bünyeyi. Ağaçtan, topraktan, denizden aldığın herhangi bir ürünü dışardan bir müdahaleye gerek olmadan, yine doğanın sunduğu bir yolla işlemeyi çok önemsiyorum. Herşey yine kendi o doğal dengesi içinde kalmış oluyor.
Bu sene zeytin hasadının ilk kırmalarını deniz suyuyla tatlandırmayı denemeye karar verdik. Böylesine pırıl pırıl, üstelik de tuz oranı bir hayli yerinde olan bir denizin dibinde yaşayıp da bu nimetten yararlanmamak – en azından denememek – yanlış geliyor bana. Çok başarılı sonuçlar elde etmiş olanları duymak da elbette önemliydi. Daha zeytinlikleri olan tanıdıkların bahçelerine dalma fırsatını bile beklemeden, pazara düşen ilk kırmalıklardan alıverdim bir torba. İncecik kesilmiş birkaç limon dilimi, üstlerini sıkıştırmak, azıcık da tat vermesini sağlamak için birkaç dal biberiye ve üzerini geçecek kadar deniz suyu… Yapanlar beş-altı gün sonra olduğunu söylüyor ki, deneyip devam edip etmemeye karar vermek açısından harika bir süre.
Bir kahvaltı sofrasının zenginliği iki şeyden belli olur benim için. Bir çayı, iki zeytini… Kendi yaptığın, hele hele kendi ellerinle toplayıp sonrasında işlediğin, cinsine ve tipine göre haftalar, belki aylarca beklediğin zeytini sofrana koyup tüketmenin ayrıcalığını, hiç yapmamış olanın bilmesi mümkün değil. Zeytini vura vura toplamak yerine her sene ürün vermesini sağlamak için elleriyle tek tek toplayan insanların inceliğinin karşısında, olur olmadık sebeplerden zeytinlik satanları anlayamıyorum. Çünkü toprağı, ağacı, bağı bahçesi olandan gayrı zengin yok gözümde.
Şimdi bağı bahçesi ama en çok da zeytinliği olan konu komşu, köylü, dört gözle gürül gürül yağacak ilk sonbahar yağmurunu bekliyor. Yağmur görmeden zeytin tatlanmaz diyorlar. Evin önünde kimin diktiği belli olmayan minik zeytin ağacı için biz de yağmur duasındayız, şimdiden hepsi siyahladı zira. Bir avuç yeşili de saldık denizin içine bekleyip duruyoruz. En azından şu yağmur çok bekletmese bari.
YORUMLAR