Boy hizası dilekler ve birkaç karalama
Yılbaşına yakın zamanlarda postacı kapıyı iki kezden fazla çalıyor. Ve şu tam doğru zamanda çalıyor oluşlarını onların beceri hanesine mi yazmalı, yoksa hayatın o zaman zaman çok bilmiş hallerine mi bilemiyorum. En doğru anda, çok uzağımda ve çok sevdiğim birinden kocaman bir kucaklama düştü avcuma. Bir yılbaşı kartı, üç dört cümle… Geldi, sardı sarmaladı.
Sevdiklerimin hayatında gün doğumları, Dolunay rakıları, bisiklet, aya yüzmeler, limon ağaçları, badem çiçekleri, Yaşar Kemal, Halikarnas Balıkçısı gibi benle özdeşleştirdikleri şeyler ile yer etmiş olmak büyük mutluluk veriyor bana. Yurduma gelecek dostlar dolunay soframa ortak olmak için ay takvimini takip ediyorlar artık. Gökyüzü hayalleri kuruyoruz birlikte. Kaçırdığım gün doğumları için hesap soruyorlar. Tüm yolculuklar, planlar, badem çiçeklerinin açma takvimine göre ayarlanıyor. Bir gece yarısı güneşi beklerken ısınalım diye yaktığı ateşle gönlümü çeliyor biri. Bisikletimi – Rüzgar’ı – benden önce görerek yerimi buluyor dostlar, ya en yakın çay bahçesinde ya deniz kıyısı bir masanın dibinde. Koskocaman dünyanın o büyük dertlerinin içinde bana düşen gülümsemeler işte!
Bu sene kış ziyadesiyle sert geçiyor. Geçen seneden kalan odunlara takviye, her gece kuzineye dört beş odun gerekiyor. Bahçedeki portakal, bu yaz çok kurak geçmiş ve tüm meyve ağaçlarını zorlamış olmasına rağmen şahane meyve verdi. Her biri yeteri kadar olgunlaştı ama o mis kokuyu alabilmek için tam yemeden önce koparmak istediğimden hala turuncu turuncu süslüyorlar o güzelim ağaç yeşilini. Kabukların bir kısmını biriktirip şekerleme, bir kısmınıysa doğal deterjan yapayım diyorum ama akşam gürül gürül yanan kuzinenin üstüne serince çıkan kokuya bayıldığımdan bir türlü biriktiremiyorum. Ev öyle bir tütsüleniyor ki portakal kabuğu kokusuyla, bir sonraki gün eve geldiğimde beni önce portakal, sonra odun kokusu karşılıyor.
Adettendir ya, ben de hala bir şeyler diliyorum yeni yıldan. Dileklerimi boy hizasına çekmiş olmaktan, hiçbir isteğim olmuyor diye büyük hayalkırıklıkları yaşamıyorum. Evet bütün dileklerim boy hizasında ama biliyorum, bazen yeri geliyor boy bile veremiyoruz, sere serpe yere seriliyoruz şu hayatta.
İnsanlara daha az kanmak istiyorum mesela. Ya da insanlar kendilerine söylenen yalanlara bu kadar kolay kanmasın istiyorum. Sorgulasınlar, sorgulayalım. Memleketçe de derdimiz bu değil mi zaten? İstiyorum ki yalancılara gün doğmasın. Ve muhtemelen bu boyumu aşan tek dileğim. Dünya döndükçe var olacak olan yegâne cumhuriyet yalancılara ait olan.
Yeni yılda dikiş dikmeyi öğrenip kendime limon desenli uçuş uçuş bir elbise dikmek, mutfak fayanslarımı da sarıya boyamak istiyorum. Bu aralar beceremediğim işleri yapmak konusunda garip bir cesarete sahibim.
Yeni yılın ilk günlerinde Stratis Tsirkas’ın Başıboş Kentler üçlemesini okumak istiyorum. Kudüs, Kahire, İskenderiye… Bu üç şehri sayfalarda arşınlayacağım ve muhtemelen senenin çıktığım en keyifli yolculuklarından biri olacak. Niyet beyanında bulunduğum anda can arkadaşım gidiyor, baskısı bitmiş bu kitapları benim için bir sahaftan bulup alıyor. Dileğim, bir kuyruklu yıldız gibi mutluluğunu gitmek üzere olan yıla bile değdiriyor böylece.
Bahçemi biraz daha renklendirmek, uzun zamandır yazdığım bir hikayeyi bitirmek, gökyüzüne dokunduğum terasıma kocaman bir divan alabilmek, daha çok yıldızların altında uyuyup daha çok aya yüzebilmek buraya yazabileceğim en belli başlı dileklerim.
Bir yıl daha yaş alırken Ariel Dorfman’ın Konfidenz kitabından bana ait olmayan ama bizzat hissimi anlatan şu satırları bitirsin yazıyı:
“Kaç yaşındasın?
Değişir.
Değişir de ne demek?
Değişir demek. İnsanların çoğu kaç yaşında olduklarını doğdukları güne göre hesaplarlar. Ben onlar gibi değilim. Ben gerçek anlamda varolmaya çok sonra başladım.”
YORUMLAR