İnsan ne ister?
Yaşamayı nefes almak sanıyorlar...
Andrey Platonov’un şahane bir romanı vardır, “Can”, bilir misiniz? Romanda Can, bir halka verilen addır. Anlamıysa ruh ve tatlı hayattır. Ve o halkın “ruhundan ve kadınların, anaların ona bağışladığı tatlı hayatından başka hiçbir şeyi yoktur”.
Çagatayev, yıllar sonra küçük bir çocukken bağrından kopup başka diyarlara göçtüğü bu halkın arasına geri döner. Büyümüş, eğitim görmüş ve halkına hizmet etmek için yanıp tutuşmaktadır. Yeryüzündeki tüm halklar gibi kendi halkı da insanca bir yaşamı ve adaleti hak etmektedir. Öyle umutlu ve coşkuludur ki halkını bulmadan önce bir arkadaşıyla girdiği sohbette şu sözleri eder:
“Kötü şeye ne diye alışsın insan?”… “Mutluluğun herkese neden inanılmaz geldiğini, insanların birbirlerini neden, yalnızca hüzünle cezbetmeye çalıştıklarını anlamıyordu. Acıdan daha çocukluğunda bıkmıştı Çagatayev; şimdiyse, eğitim aldıktan sonra, bayağı geliyordu ona acı ve memleketini şen bir saadet diyarına çevirmeye karar vermişti.”
Sadece bir okuyucu olarak değil, benzer hislerdeki bir insan olarak bu coşku çok heyecanlandırmıştı beni. Hikâye ilerledikçe, gerçeklerin dikenleri ortalığı kan revana çevirdikten sonra bile Çagatayev’in tutkulu yaşam coşkusunu izlemek, inişlerini, çıkışlarını, yorgunluklarını, kızgınlığını, yeniden ayağa kalkışını okumak ilham alınacak bir yaşam mücadelesiydi.
Bugünlerde yine fazlasıyla düşünüyorum Can’ı. Nefes alıp vermek, yaşam sanılıyorsa hepimiz yaşıyoruz elbet. Aç susuz, perperişan, mal ve can güvenliği olmadan gün doldurmaksa yaşamak… Oysa yaşamak, önüne ölmemek için yemen gereken kadar yemeği bulup, suyunu içip, uyuyup uyanmak değildir. Dünyaya gelen her insan, ölüm gelene kadar öyle ya da böyle gün doldurur. Ama…
Yaşam, mutlu olabileceğin anların, insanların peşinden koşmaktır.
Yaşam, keşfetmektir, merak etmektir. En çok kendini, sonra çevreni, dünyayı…
Yaşam, paylaşmaktır. Yediğini, okuduğunu, dinlediğini, sohbetini, battaniyeni, evini, sessizliğini, sevgini, kızgınlığını, mutluluğunu, meraklarını, özlemini, hayallerini…
Yaşam, en kötüsünü bile yaşıyorken mutlak bir çaresizlik içinde hissetmemektir. Hep tutunacak birşeyler bulmaktır.
Günlerdir, aylardır, hatta yıllardır halk olarak büyük trajedilerin öznesi, izleyicisi, kurbanı, gözyaşı dökeniyiz. Evet, ateş hep en çok düştüğü yeri yakıyor ama unutuyoruz ki başkalarının yaşadığı travmalar da aslında bizim travmalarımız.
İnsan ne ister? İnsan yaşamak ister. İnsan yaşamaktan utanmamak ister. Sıradan günlük dertlerini, sıkıntılarını paylaşabilmek, rahatlayabilmek ister. Bunca trajedinin arasında kendi dertlerinden utanmamak ister. İnsan hala ve her şeye rağmen gülebiliyor olmaktan mahcup olmayı değil sevinçlerini, neşesini, mutluluğunu paylaşabilmek ister.
Yutkunuyoruz, durmadan, acı acı. Yaşamı bize unutturmaya çalışıyorlar. Kocaman bir yas yığınının üzerine inşa edilecek iyi bir şey kalmamacasına sömürüyorlar yaşamı. Teslim olmak istemiyorum.
YORUMLAR