Mektup var!
Merhaba sevgilim,
Sana yine yağmurlu, alabildiğine ıslak bir sabahtan yazıyorum. En sevdiğin limon ağacının sarısından yapraklara damlayan sular, bir şiire hapsolmuşum gibi hissettiriyor beni. Buraların yağmurunu bilirsin, güneş en derin karanlığın arasından bile aniden gösteriverir kendini. Bir anda gökkuşağına bulanıverir ortalık.
Doğanın akışından kendimize umutlar yeşertmeye çalışıyoruz durmadan. Her sabah karanlığı yırtıp doğan güneşten, her bahar yeniden, taptaze bir güçle yeşeren tabiattan kendimize pay çıkarmaya çalışıyoruz. Karanlığın biteceğine, kötü günlerin geçeceğine dair kulağımıza fısıldayacak her sese ihtiyacımız sonsuz. Durmadan kendimize doğayı referans alıyoruz; o doğanın bile en büyük düşmanı kendimizken üstelik.
Soğuklarla başım gayet hoştur, bilirsin. Gerçek soğuğun ne olduğunu her odasında kalorifer peteği olmayan bir evde yaşayınca daha iyi anlıyor insan. Odun almak için dışarı çıkıp da bir koşu sıcak salona geri dönmenin tadında yuvarlanıp gidiyorum işte bütün kış. Yaşadığımı hissetmek benim için bütün bunlar. Soba borusunun baca girişinde duvarın isten kararmış hali, şiddetli lodoslarda borudan yere dökülen kurumlar, elimde kuzinenin orasına burasına değmekten kalan kimbilir kaçıncı yanık izi, balkon fayansında geçen yıl odun taşınırkenden kalan kırık, kuzineye en yakın perdenin diğerlerinden hep daha çabuk kirlenmesi, evdeki o hiç geçmeyen odun kokusu… Yaşam izi olan şeyleri seviyorum. Seni de en çok bu yüzden seviyorum. Ne izlerini, ne kendini hayattan sakınmadığın için… Yaşamın, buram buram her yanına sinmediği o toyluk zamanlarında da tanısaydım seni, yine severdim hiç şüphesiz. Lakin şimdi başka… Belki de kıymet bilmeyi öğrendiğim içindir.
Zamanın getirdiği en değerli şey belki de bu. Kıymet bilmek… Yaşamın da acemisi oluyor insan elbet. Ve işte o zaman kıymetini bilmeden çok fazla şey harcayabiliyorsun hayatında. En beteri de insan harcamak tabi ki çünkü hayatta en zor kazanılan şey insan. Sayıca fazla olanın, özde bu kadar fakir olabileceğini toylukta çok anlayamıyorsun zira. Yeni insanlarına gösterdiğin değer, zamanında kıymetini bilmeden harcayabildiklerinin hediyesi oluyor.
Elimi en çok uzun uzun kolundaki o ağaç yarasında tutmayı seviyorum, biliyorsun. Hem çocukluğun hem de en sevdiğin ağaç var o izde. İz tutan bir teninin olması ne güzel, iz tutan bir tenimin olması ne güzel. Her temas iz bırakır diyor ya Emrah Serbes, bazen bu kadar iz tutan biri olmak yoruyor insanı. Sonra başka bir anında da anlıyorsun ki en kıymetli farkındalığın o yorgunlukların.
Geçtiğimiz yılın en güzel okumalarından biriydi Kayığım Rosinha. Onun, nesneler ve ağaçlarla konuştuğundan deli farzedilip “normal” bir insan olabilmesi için rehabilitasyon merkezine kapatılan kahramanı gibiyiz bugün her birimiz. Ve yine her birimizin “hayır, sen mi delisin? Ağaçları anladığın, nesnelerle konuştuğun için mi? Ne sersemlik! Asıl deli, Tanrı’nın şiirini yitiren, yüreklerini katılaştıran ve artık birbirlerini bile anlamaktan yoksun olan öbür insanlardır, onlardır deli olan.” diyecek bir cana ihtiyacımız var. Bu duygunun sıcaklığıyla kucaklarım seni.
Ps: “Bilinmeyene mektuplar”a devam…
YORUMLAR