Kendi sesimi dinliyorum
Bu satırları içimden yükselen sesleri dinlediğim bir anda yazıyorum. Bir nevi içimdeki hayattan canlı yayın yapmak gibi. Kırılgan bir hal. Aynı zamanda artık biliyorum ki insanlık hallerimiz ortak; kırılgan hissetmek sadece bana has bir durum değil. Bu güvenle sandalyeme yerleştim, klavyeme teslim oldum.
Bugün hayatın son dört ayda bireysel ve kolektif seviyede başıma getirdiği türlü haller farklı seslere dönüşmüş içimde dönüyor. Vaktinde tamamlanmamış işler, açılmamış eğitimler, yarım bırakılmış yazılar, söylenmemiş sözler, ertelenmiş görüşmeler, dağılmış çekmeceler, dikilmek üzere bir kenara bırakılmış sökükler, başlanıp yarım bırakılmış örgülerin düğüm düğüm olmuş ipleri gibi. Neyse ki bu kadar diyecektim; içimdeki ses "Bu kadar olduğunu sanmıyorum, fazlası vardır.” dedi. Duydum ve durdum. Zaten tüm gün konuştu, üstelik sustuğu anlar yok denecek kadar az. Az daha konuşsun diye bekledim. Konuşmaya devam etti, üstelik hiç beklemediğim yerden. 4 aylık süreçte aklıma dahi gelmeyen şeyleri de “yapabilirdin” kalıbıyla konuşuyordu.
Zihnimin odağı daima yapmadıklarımda. Zihnim özellikle içinde bulunduğum andan geçmişe baktığımda bunu daha sert cümlelerle yapıyor. Yani bu günden 2 ay öncesine bakıp, “O eğitime katılsaydın, şu kitabı okusaydın, bu tercihinin sonuçlarını öngörseydin, o kişiyle hiç yakınlaşmasaydın, bu daveti reddetmeseydin, daha az yemek yeseydin, daha çok çalışsaydın, daha cesur olsaydın, daha kararlı olsaydın, daha istikrarlı olsaydın, daldan dala atlamasaydın.” Dahası vardır, bununla beraber bu kadarı seninde zihninin sesleriyle bağ kurmanı desteklemeye yeter diye umuyorum.
Hayatta gerçekleştiremediklerimiz üzerinden geliştirdiğimiz bakış açısının “daha iyisi mümkün” algısı üzerinden gerçekleşen bir ana akım projeksiyonu olduğunu ve zihnimizin de bu tuzağın ağlarına kolaylıkla takıldığını fark ediyorum. Kendi üzerimden ifade etmemin yerindeliği ile kendi iç seslerimin izini takip ettiğimde bu durumla yüzleşiyorum. Daha iyisi dediğim algı, ayda 100 bin TL kazanan, X Holdingde CEO pozisyonda çalışan, x marka arabaya binen, x üniversitesini bitirmiş, x eğitimleri almış, dünyanın bilmem kaç ülkesini, şehrini görmüş, fit denecek bir bedene sahip, bir girdiğini bir daha giymeyen, sahnelerden inmeyen, çok satanlar listesinde adı geçen gibi benzer durumların örneklerini kendi deneyimlerinden de çoğaltabilirsin. Uzayan bu listenin içinde aslında daha fazlasını değil, daha farklısını görerek yaşayan benim. Bu durum benim algımı etkiliyor. Zihnim bu farklılıklar üzerinden bana daima şu komutu veriyor; “daha iyisini yapmalısın.”
Bu “-meli, -malı” kalıpları kendimle ilişkimi en hassaslaştıran kalıplar. Bir yandan zihnim, daha iyi olmaya mecbur olduğumu söylüyor: “Yaşamak için çalışmalısın, gayret etmelisin, pet etmemelisin, daha çok çabalamalısın.” Bir yandan -sanırım bu kalbim- “Elinden geleni yapıyorsun, bazen hayatın içinde aksilikler oluyor, öngöremediklerin oluyor, başına gelenleri kontrol etmenin mümkün olmadığı bir sürü durum var, olduğun halinde yanlış birşey yok. Yeterince gayretlisin.” diyor. Bu iki sesten haklı olan da yok, baskın çıkan da. Zihnimin içinde dönüp duran hayatın kaçınılmaz dualitesi gibi; ya doğru ya yanlış, ya haklı ya haksız, ya var ya yok gibi keskin bir netice çıkmıyor içimden. Bu sesleri bilinçli bir farkındalıkla duymadığım sürece, bu seslerin duygularımla bağlantısını kuramadığım, ihtiyaçlarımla ilişkisini kavrayamadığım sürece okyanusun dibinin karanlığı gibi ağır bir enerji çökebiliyor üzerime.
2017’den bu yana devam eden Şiddetsiz İletişim yolculuğumun şimdiki aşamalarında iç sesler senfonimi bir orkestra şefi edasıyla, melodili, ritimli ve eşzamanlılıkla duymayı ya da konuşturmayı deneyimliyorum. "Şimdi sen sus, sen konuş, sıra senin değildi" gibi bir eda ile değil de, en sevdiğim arkadaşımı dinler gibi, ilgiyle merakla, dikkatle kıymet vere vere dinliyorum. Bir süre sonra daha iyisini yapmak isteyen halim, "elinden geleni yaptın" diyen halimi anlayışla duymaya başlıyor. Çünkü biliyor ki, elinden geleni yapan halim her ne yaptıysa eylemi yaptığı anda kapasitesiyle orantılı olarak yaptı yaptıklarını. Ve bazen de, bir hayal kırıklığı yaşıyordu belki, bir yorgunluk ve isteksizlik hali vardı belki, korku ve endişe ile baş ediyordu belki, bir çaresizlik deneyimliyordu belki ve kendini full kapasite ile hayata entegre edemediği bir haldeydi ve o haliyle bağlantılı olarak biraz yavaşlamaya, dinlenmeye, desteklenmeye, anlaşılmaya, haliyle kabul görmeye ihtiyaç duyuyordu. O anın içinde seçimlerinden razıyken şimdi kendini “-meli, -malı” lı cümlelerle yerdene yere vurmak da ne oluyor ki!
Hayatın başıma getirdikleri karşısında yaptığım seçimleri ve bu seçimlerin ardındaki ihtiyaçlarımı karşılama niyetimi hatırladıkça iki uçtan çekiştirmeyi bırakıyor iç seslerim. Zihnimdeki düşünce yumakları bir bir çözülüyor. Kendime anlayış ve şefkat açığa çıkıyor ve hatırlıyorum insanlığımı.
Zaman zaman bireysel hayatlarımızdaki seçimlerimiz umduğumuz gibi sonuçlanmayabiliyor, zaman zaman seçimlerimizin dışında tamamen politik, ekonomik, sosyolojik ve ya coğrafik etkiler hayatımız üzerinde ummadığımız sonuçlar yaratabiliyor. Bu etkilerin ağırlığı altında sessiz, suskun, güçsüz, çaresiz ve umutsuz hissedebiliyoruz. Bu anlarda kendimizle kurduğumuz ilişkiyi önemsiyorum. Olanların üzerimizde yarattığı etkilerin farkında olmayı, konuşan iç sesleri dinlemeyi, duymayı ve o sesleri farkındalıklı şefkatle ağırlamayı ve sonrasında uğurlamayı kıymetli buluyorum. Yıkıcı üslupla yapılan hiç bir konuşmanın insanı kendiyle barışa götürme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum. Bu sebeple, bu satırları okuyan herkesin önceliğinin kendi seçimleriyle barışmak ve kendisiyle şefkatlı bir dost olmak olmasını diliyorum.
Kendinle dost olma yolunda muhabbetle...
YORUMLAR