Çocukluğumuzdan başladık ölmeye
Kimini boğarak öldürüyoruz. Kimini sakatlayarak. Kiminin yarasına tüm gücümüzle bastırıyoruz. Bazısını erkekliğimizle, bazısını kadınlığımızla öldürüyoruz. Kiminin elinden umutlarını alıyoruz, kiminin eğitim hakkını, kiminin kendi yaşamı üzerindeki söz hakkını. Öldürmediklerimizi sakat bırakıyoruz. Onlar yaşıyormuş gibi yaşarak geziyorlar etrafta. Yürüyen cesetler oluyorlar. Yeterince öldüremediysek o deniyor birini öldürmeyi; kendi öldürülmüştü çünkü. Başka türlüsünü bilmiyor.
Kimini korumak yerine birbirimizle kavga ederek öldürüyoruz. Birbirimize "sapık" diyerek, suçu ona buna atarak ama asıl ihtiyacı olanı korumayarak, tedavi etmeyerek öldürüyoruz, en muktedir ağızlardan çıkan sözlerle.
Kimini öldürüp ismini elinden alıyoruz. İsmini alıp bir rakama çevirerek. Bir ya da 10 ya da 45 kişiden biri diye nitelendirerek yapıyoruz bunu. O zaman daha az ölmüştür sanıyoruz. Az ölünür mü?
Kiminin annesini alıyoruz elinden. Öyle ölüyor. Kimine “Gel sana şeker vereceğim” diyerek yaklaşıyoruz. Geliyor tabii; güveniyor bize, lime lime ediyoruz ruhundan tutarak. Hiçbir umudu, hiçbir örselenmemiş yeri, kendini tedavi edeceği hiçbir kaynağı kalmayana kadar öldürüyoruz. Buna rağmen büyüyebiliyor bazıları. Onlar da büyüdüklerinde ellerinde palalarla sokağa çıkıyorlar. Öldürülmeyi öğrenmişler; yaşatmayı değil.
Kiminin evinin güneşini kesiyoruz önüne 100 bin katlı apartman dikerek. Kiminin gideceği parka site dikiyoruz. Ağaca çıkamadan büyüyor. (Yine de onlar şanslı olanlar. Güneş ağaç filan o kadar önemli değil can havlinin yanında.) Yine bunlar gibi doğru gıdaya ulaşmasını imkansız hale getirerek öldürdüklerimiz de var. Bir miktar yaşıyorlar neyse ki.
Biz onu, onları öldürdükçe, ruhundan, bedeninden, yaratıcılığından, özgünlüğünden ya da kendiliğinden olan neşesinden tutup tutup yerlere vurdukça, parçaladıkça kendimizi parçaladığımız gibi; korumadıkça, kıymetini bilmedikçe, esirgemedikçe, serpilmesine müsaade etmedikçe, saçma sapan kavgalarımızın içine gömülüp onu bunu aklamaya, onu bunu suçlamaya devam ettikçe kendimizi gömüyoruz; geleceğimizi ve umudumuzu ve hastalanıyoruz her gün daha fazla…
İnsanlığımıza yabancılaşıp; tüm arızaları, patlamaları, ölme ve öldürmeleri normalleştirdikçe daha da çirkinleşiyoruz. Kendimizi yemeye çocuklarımızdan başladık. Büyükler hep öldüler. Buna alışmıştık; ama çocuklarımızı yediğimiz gerçeğini hiç birimiz taşıyamadık.
“Dur” denmezse, önleyici çalışmalar yapılmazsa, temize çekilmezse bu yaşananlar, tedavi edilmezse; suçlayıcı, aklayıcı, bölüp parçalayıcı diller birleştiriciliğe, merhamete, telafiye dönmezse daha ne kadar dayanabiliriz? Ne kadar dayanabilirsiniz?
**
Bilgi Üniversitesi’nden 150 öğrenci Doç. Dr. Ayten Zara öncülüğünde “Çocuğa Şiddete Dur De!” kampanyası başlattılar. Detaylı röportaj yarın. Ama siz şimdiden bir göz atın: http://www.siddetvetravmayionleyicicalismalar.com
YORUMLAR