Ayrılık ve eşyalar
Ayrılmanın en zor yanlarından biri, ortak yuvayla bir türlü vedalaşamamak. Onca dükkan, mobilyacı, hatta nalbur gezmişsin, alışveriş merkezlerinde ayaklarının altı acımış, az oturalım demişsin, iskender yemişsiniz, kahve içmişsiniz, bir tur daha atıp koltukları beğenmişsiniz. İndirim kollayıp turunculu yeşilli döküm tencereler mi seçmemişsiniz, yumurta sarısı ayırıcı mı, renkli kokulu mumlar mı...
Hepsini güzel güzel kullanmışsınız. Hepsiyle bir anı olmuş. Eve anılar yüklenmiş, daha önce başkalarının yaşadığı yer yuva olmuş. Eşyalar kendi başlarına elbise askısı gibi bir şeydir. Eşyalara onlarla yaşayanlar anlam yükler. Bir ekmek yapma makinesi tek başına ticari bir hadisedir, ama beraber yaptığınız ekmeklerden sonra sadece duygu olur.
İşte o yüklediğin bütün şeyler tuzla buz oluyor ayrılırken. Yok oluyor. Gidiyor. Sanki uzay boşluğuna fırlatıyorsun.
Sahipsiz kalmış eşyalarda hep bir hayal kırıklığı vardır. Terk edilmiş Golden’lar gibi öyle beklerler bir köşede.
Eskicilerdeki eşyalardan hep çekinirim. Çok güzeldirler ama iç burkucudurlar. Kim bilir üzerlerinde yarım kalmış kaç hayat vardır. Onlardan birini alıp evime götürmek yuva üstüne yuva kurmak gibi gelir. Ne mutlu günler üzerine ne hayal kırıklıkları yüklenmiştir. Bir eşya sahibini ya da arkadaşını neden terk etsin ki? Vardır bir sebebi.
Her son gibi ayrılığın da sebepleri var ve sen o sebeplerle yaşamayı taşıyamıyorsun. Bu yüzden kullandığın her şey dağılıp gidiyor.
Onca neşe, kahkaha, sarılıp uyuma, uyanıp sarılma yüklemişsin, o eşyalarla kalakalamıyorsun. Basıyorlar. Bazısını cami avlusuna bırakır gibi eskiciye bırakıyorsun, kimini az görüştüğün birine veriyorsun, bazısından da bir türlü vazgeçemiyorsun. Şimdi eşyalarım darmadağın, benim gibi. Yedi deprem olmuş, yedi medeniyet üst üste çökmüş gibi hissediyorum. Son depremle her şey üzerime yığıldı, ben en altta kaldım. Eşyalarım en üstte ve ben altlarından çıkmayı bekliyorum.
Eşyalar bir hayattır.
Her ayrılık bir başka hayatın başlamasıdır ama önce bir hayatı bitirmektir. Ve bir hayatı bitirmek hiçbir zaman kolay değildir. Kış günü saunadan çıkıp kapı önünde sigara içmek gibi. İçine işleyen, deviren, hasta eden bir şey. Kendine gelmen vakit alıyor. Çernobil’den sonra toprağın yeşermesi gibi. Sonuçta yeşeriyor hayatın, ama kavrulmuş, kurumuş geçirmen gereken bir zaman var.
Ayrılmak ya görmeyip duymayıp, tartıp biçip değmez deyip devam etmek ya da seni savuran bir tufanı, kuraklığı, iç çarpıntılarını, bir dönem kamyon çarpmış gibi yaşamayı göze almak demek.
Hayat işte, insana her şeyi yaşatıyor.
YORUMLAR