Bir annenin en büyük mutluluğu
Hayatta en büyük korkum belki de anneme benzemek oldu.
Ne hayatım onun hayatına benzesin istedim, ne karakterim onun karakterine. Hiç onu örnek almadım, büyüyünce ona benzemek istemedim.
Okulda biri beni üzünce, yolda peşime biri takılınca, birine âşık olunca gidip ona anlatmadım. Sığındığım değil, kendimi kolladığım biri oldu hep. Bunun için nedenlerim vardı. Aklımdan geçenleri okuyamayınca gizlice günlüklerimi okudu mesela. Hayatıma, seçimlerime genellikle saygı duymadı, eleştirdi, onları değiştirmek istedi. Nasıl olduğum değil, onun istediği gibi olmam önemliydi. Onun gözünde yapabileceklerim belliydi, geri kalanları yapmam ya ayıptı ya da yasak.
Ayıplanmak, yasaklanmak fena bir şey. Garip uzantıları var. Mesela nerede olursan ol pencerelerden biri açık dursun istiyorsun, uzun süre otomobil içinde oturamıyorsun, basıyor. Biri sana biraz uzun bakınca huzursuz oluyorsun. Kimse sana karışmasın, ne yapacağını söylemesin, ama bunları başkalarına da yapamasın istiyorsun.
Onca iş yaptım, annem sadece telefonda zeytinyağlı enginar yaptığımı duyunca gerçekten mutlu oldu. Evleneceğim zaman “bir annenin en büyük mutluluğu kızının evlendiğini görmektir” demesi ve bu esnada gözlerinin dolması hâlâ sinirimi bozuyor.
Bazen onun gibi konuştuğumu, herhangi bir olay karşısında onun gibi tepki verdiğimi fark ediyorum ve kendime öfkeleniyorum.
Muhtemelen ona biraz haksızlık ediyorum.
Belki istemediği bir çocuk doğurdu. Belki onu büyütürken yaşayamadıkları oldu. Belki annesinin onunla kurduğu ilişki buydu ve onu taklit etti. Belki kimse ona ne istediğini sormadığı için, o da kendi kızının bir şey istemeye hakkı olabileceğini aklına getirmedi.
Sonuçta kızıyla arasında uçurum oluştu.
Bu durumun sorumlusu ne kadar bizi yoğuran gelenekler görenekler, ne kadar annem bilmiyorum. Kendimi sorumlu tutamıyorum. Çünkü kimseye zararı olmayan insanî isteklerimin önündeki engelleri kaldırmaya, bunu beceremiyorsam kendimden uzak tutmaya hakkım var. Buna herkesin de hakkı var.
Affetmek o kadar zor değil, bağışlıyorsun. Ama bu, sevmek yakınlaşmak anlamına gelmiyor. Bunlar içten gelen şeyler. Saygılı davranmaya devam ediyorsun, anneler gününde filan üzerine düşeni yapıyorsun, ama hastanede elini tutarken bile hep uzaksın.
Saygılı davranılan biri olmak güzel bir şey midir bilmiyorum. Sevilmek daha önemli sanki. Biri mecbursa sana saygılı davranır, ama ancak içinden gelirse sever. Ve ancak sevilirsen gerçekten iyi hissedersin.
Galiba bazen anneler veya bazı anneler kendilerini hükümdar gibi hissediyor. Yetiştikleri evlerde hükmü olmayan kadınlar, doğurduklarına hükmediyor. Büyürken kendi ezilmişse çocuğunu eziyor, kendi sözü dinlenmemişse çocuğuna ağzını açtırmıyor. Evi onun ülkesi, çocuğu tebaadan. Ev belki aynı kalıyor ama çocuk bir gün büyüyüp gidiyor. Evin hükümdarını gerçekten seviyorsa gelip boynuna sarılıyor. Tersi de herhalde bir annenin en büyük mutsuzluğu oluyor.
YORUMLAR