Küçük kadınlar ülkesi
Çok enteresan bir ülkede yaşıyoruz. Uçlar ülkesi... Bir uçtan bir uca gidip geliyoruz. Ortası yok.
Geçtiğimiz hafta çok tartışılan bir reklam kampanyasıyla sallandı sosyal medya. İnsanlar imza kampanyaları başlattı; gerek bireysel, gerek örgütsel anlamda yazılar yazıldı, söz konusu kampanya çeşitli mercilerce kınandı. Marka geri adım atarMIŞ GİBİ yaptı, ancak tatmin edici bir özür gelmediği gibi kampanya ‘başarıyla’ sonlandı. Derken geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesi yazarlarından Cengiz Semercioğlu kampanyada bir sorun olmadığını, asıl sorunun ‘o fotoğraflarda cinsellik görmek için bakanlar’da olduğunu yazdı. Reklamda abartı olmadığını, ‘reklamda abartı olduğunu söyleyenlerin günümüz çocuklarından haberi olmadığını’ belirterek, üç yaşındaki kızının annesinin rujunu sürmek istediğinden, prenses gibi giyindiğinden bahsetti.
Üç yaşındaki kız çocukları elbette annelerine benzemek ister, tıpkı aynı yaşlardaki oğlan çocuklarının babalarına benzemek istedikleri gibi... Küçükken hangimiz annemizin rujunu sürmek, ojeleriyle tırnaklarımızı boyamak, babamız gibi ‘işe gitmek’, traş olmak istemedik ki? O zamanlar böyle reklamlar da yoktu üstelik, biz de o ‘günün çocukları’ydık. Mesele çocukların yetişkin gibi olmaya çalışmaları değil, yetişkinlerin –yukarıdaki gibi algılar yaratarak ve bu algıları normalleştirerek- buna çanak tutması zaten...
Semercioğlu’nun yazısını okuduğum sıralarda başbakan yardımcısı Bülent Arınç henüz sona eren Bakanlar Kurulu’nda alınan bir kararı açıklamış, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerini düzenleyen yönetmeliğe dair bir değişiklik yapıldığını söyleyerek–Arınç’ın sözleriyle- ‘bazı kız öğrencilerimizin heyecanlı bir şekilde bekledikleri’ müjdeyi vermişti: Bundan böyle ortaöğretim kurumlarında başörtüsü takmak serbestti. Bir başka deyişle, 10-11 yaşındaki kız çocukları okula giderken başlarını örtebileceklerdi.
Bizlere düşense bu iki haber arasında sıkışıp kalmaktı. Her ne kadar iki haber birbirinin zıddı gibi görünse de aslında olay aynıydı: Kız çocukları kadınlaştırılıyordu.
Birinde sadece kızlar değil, oğlanlar da reklam malzemesi haline getiriliyor –ki Semercioğlu’nun da dediği gibi bu yeni bir şey değil- ancak –Semercioğlu’nun kaçırdığı gibi- buğulu bakışlı kızlarla onlara ‘okuma öğrenmeden yazmayı öğrenen oğlanlar’ gayet cinsel alt yazılı mesajlar veriyordu. Diğerinde ise küçücük kız çocuklarının başları kapatılarak okula gönderiliyor, o yaştaki kızlara çocukluktan kadınlığa geçtikleri anlatılıyordu.
İki ayrı uçta da olsa aslında her ikisinde de yapılan aynıydı: Kız çocuklarının çocuk olduğu unutuluyor, onların makyaj yapıp flört eden ya da başları örtülmesi gereken yetişkin insanlar olduğu varsayılıyordu. Kızların oyun oynaması gereken, kaydıraktan kayması, ip atlaması, koşup eğlenmesi gereken ÇOCUKLAR olduğu gözden kaçıyordu.
Onlara yaşlarından büyük muamelesi yapılıyor, küçük kadınlarmış gibi davranılıyordu.
Sonuçta oyun çağındaki kız çocukları, ama makyajlanıp ama başları kapatılarak kadınlaştırılıyordu.
Çok yazıktı.
YORUMLAR