Hangisi gerçek?
Bundan dört beş sene önce Twitter’a ilk girdiğimde çok eğleniyordum... Kimsecikler yoktu o zamanlar...Troller falan da türemediydi doğru dürüst, türediyse de benimle alakaları yoktu. Twitter, insanların aklına düşeni, içinden geçeni paylaştıkları bir platformdu.
Geçtiğimiz senelerde sosyal medya kullanımının artmasıyla, ama en çok da Gezi Direnişi dönemindeki işleviyle evrim geçirdi Twitter. Kendim de Gezi Parkı’na, o gün Twitter’da gördüğüm bir tweet sayesinde gittim. ‘Kırmızılı kadın’ı takip eden günlerde, ‘Gezi Parkı ihtiyaç listesi’ni her gün Twitter’dan takip ettim. Sesimi oradan yükselttim, çoğu zaman da tahmin edemeyeceğim kadar yüksek çıktı.
Ancak son zamanlarda beni çok yormaya başladı Twitter. Gezi’yle başlayan yüksek tempolu tırmanış, 17 Aralık süreciyle tavan yapmıştı zaten... Anne-babalarımızın da, Gezi sürecinde penguen belgeseli gösteren medyaya sırt çevirip Twitter’a akmalarıyla, hep birlikte, her gece, ardı ardına ‘acaba bugün hangi tape çıkacak’ diye beklediğimiz günler geçirdik cümle âlem... Hayaldi, gerçek oldu.
Medyanın giderek daha da zıvanadan çıkması, sansürün sınır tanımaması, Gezi Parkı’ndaki ağaçla röportaj yapan, Atatürk’ün İsmet İnönü tarafından suikaste kurban gittiğini ‘ortaya çıkaran’ gazeteler (!) insanları alternatif haber alma yollarına itiyor ve Twitter da bu kanalların en başını çekiyor. Ancak bu, beraberinde bir de dezavantaj geçiriyor: Twitter, bu tür haberlerden, isyanlardan, haykırışlardan geçilmez oluyor.
Herkes çok öfkeli... Herkes çok tedirgin... Ve haklı... Ne zaman ne olacağının garantisi yok. 301 kişinin ölümünden sorumlu olan devlet yetkililerinin hala görevde olduğu, ülke genelinde yaşanan elektrik kesintisinin sebebinin de, bir daha tekrarlanmayacağının garantisinin de bulunmadığı bir ortamda yaşıyoruz. Hiçbir şey için sorumlu bulamıyor, kaldırıma park edip geçişimizi engelleyen arabadan tut, anayasal hak ihlallerimize kadar şikayetlerimizi dile getirecek merci bulamıyoruz. Bulsak, avukatımız adliyeye giremiyor, girse, orada olay çıkmayacağının garantisi yok.
Böyle olunca biz sosyal medya tüketicileri Twitter’a yönleniyoruz. Tek okuduğumuz, tek gördüğümüz etrafımızdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, hırsızlıklar... Haklıyız, çünkü bunları Twitter’dan –ve bastırılmaya çalışılan birkaç bağımsız medya kuruluşundan- başka hiçbir yerde dile getiremiyoruz, oradan başka hiçbir yerde öğrenemiyoruz. Ancak tüm bunları okuya okuya bir tükenmişliğe doğru gidiyoruz.
Twitter’a bakıyorum: Ülkede doğru giden hiçbir şey yok... En küçük yerel yönetiminden, en üst devlet merciine kadar her şey karışmış. Ne kadar yeşil alan varsa talan ediliyor. Kadın cinayetlerine her gün bir yenisi ekleniyor. Nükleer santral yüzünden ayvayı yemek üzereyiz; hoş, 7 Haziran’dan sonra memleket iyice yokuş aşağı gidecek nasıl olsa...
Sonra balkona çıkıyorum, çamaşır asmaya... Serin ama güneşli bir bahar günü... Güneş iç ısıtıyor. Dışarı çıkıyorum çocuklarımı okuldan almaya, erik ağaçları çiçek çiçek... Mis havayı içimize çekerek yürüyoruz çocuklarla... Bir ağacın önünde duruyoruz, ‘Anne bak! Nasıl tomurcuklanmış!’ diyor oğlum. Bir yavru kedi dolanıyor ayaklarımıza, okşuyoruz, yumuşacık tüyleri...
Bir yanda taş üstüne taş kalmamasına ramak kalmış bir memleket, bir yanda her şeye rağmen inadına açan çiçekler...
Hangisi gerçek?
YORUMLAR