Bir padişah güzellemesi ya da çapulcuların ecdatları…

Bir padişah düşünün ki, daha on dokuz yaşındayken İstanbul’u almanın planlarını yapsın ve yirmi bir yaşında bu amacına ulaşsın. Hem de dünyada eşi menendi görülmemiş bir şekilde karadan kadırgalar yürüterek. İçinizde bir yerlerde Mehter Takımı yürümeye başladı değil mi. Kulaklarda da o bilindik melodi. Şimdi, bir padişah daha düşünün ki, dilinden “ecdat” kelimesini düşürmesin, vizyonu, Osmanlı topraklarında yeniden egemenlik kurmak olsun ve tutsun, imparatorluk döneminde Osmanlı’ya, öncesinde Bizans’a, sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti’ne gemiler yapan Kasımpaşa Tersaneleri’ni alışveriş merkezi, otel ve yat limanı yapsın. Üstelik bu padişah Kasımpaşalı olsun. Öyleyse yıkıl Sezar ya da kahrolsun ba(ğ)zı şeyler.


Hadi diyelim ki, Gezi Parkı’nda amaç, oraya alışveriş merkezi ve rezidans yapmak değildi. Gerçekten ve samimiyetle “ecdad”ımıza ait Topçu Kışlası’nı yeniden ülkemizin kültür tarihine kazandırmaktı. Ve farz edelim ki, ülkemizin dört bir tarafındaki yüz binlerce insan da bu samimi niyeti anlayamadıkları için canları pahasına sokaklara döküldüler. Hatta sadece sokaklara dökülmekle kalmadılar, bazıları yaralandı, bazıları kör oldu ve bazıları öldü. Sırf bir yanlış anlama yüzünden!


Peki, bu ne şimdi? Geçmişi ihya etmekten anladığımız şey, bilinen bütün kültür varlıklarımızın üzerine bir alışveriş merkezi dikmek mi? Öyle değil aslında mı diyorsunuz? E kısa bir dönem öncesinden birkaç örnek verelim o zaman. Eski Saray Sineması’nın bulunduğu tarihi Sin-Em Han (Diğer adıyla Deveaux Apartmanları), koruma kurullarının bütün kararlarına rağmen Demirören Alışveriş Merkezi oldu.


Hemen yanındaki Emek Sineması binasının yıkımı, sinema, tiyatro ve vatandaş cephesinin ısrarlı ve haklı protestolarına rağmen durdurulamadı ve takip eden süreçte alışveriş merkezi yapımı başladı. Gezi Parkı’na sözde Topçu Kışlası görünümlü alışveriş merkezi yapma projesi, abartmadan söylersek, bütün dünyayı ayağa kaldırdı. Şimdi de sıra Kasımpaşa Tersaneleri’ne alışveriş merkezi yapmakta. Biri bana dünya tarihinden bir lider, bir padişah, bir başbakan ya da bir her neyse göstersin ki, bu kişinin bütün vizyonu tüm şehri avm’lerle donatmak olsun!


Tersane deyip geçmeyelim. Tarihleri, İstanbul’un fethinden önceki yüzyıllara dayanıyor ve Fatih Sultan Mehmet döneminde Tersane-i Amire adıyla bugünkü İstanbul tersanelerine dönüşüyor. Yani beş yüz elli küsur yıllık bir miras. Bizans, bütün gemilerini Haliç’teki bu tersanelerde inşa etmiş. Deniz Kuvvetleri, bugün hâlâ Bizans ve Venedikliler’den kalma bu yapıları kullanıyor. Örneğin, Haliç’teki tersanelerden biri olan Taşkızak, adını, Lidya kenti Sardes’ten (Manisa-Salihli yakınları) getirilen mermerden oyulmuş kızaklardan almış. Bir anlamda Ege’nin tarihinden de bir parça barındırıyor. Taşkızak’ın volkanik taşlarıysa İtalya’nın Vezüv Yanardağı’ndan getirilmiş. Al sana bir parça da Akdeniz. Barbaros Hayrettin Paşa’nın kaptan-ı derya olduğu dönemlerdeyse Tunus ve Cezayir’den ünlü gemi inşa ustaları getirtilerek daha büyük gemilerin yapımına başlanmış. Afrika da bu tersanelerde.


Peki ya yapılan onca gemi? Onların getirdiği rüzgârlar? Sanayi Devrimi’nden sonra hayatımıza giren buharlı gemiler? Ya İstanbul’un simgesi şehir hatları vapurları?


Kasımpaşa bile adını bu tersanelerden almış. Kasımpaşa’nın varlık sebebi bu tersaneler. II. Beyazıd döneminde tersanelerin yenilenmesi için görevlendirilen Güzelce Kasım Paşa’nın adı, daha sonra bu bölgeye veriliyor. Sadece o mu? Ben, “Kasımpaşalı Raconu”nun da bu tersanelerde çalışan işçilerle, dünyayı dolaşan yiğit Osmanlı denizcilerinin birbirleriyle etkileşiminden doğduğuna inanıyorum. Ama bu sözde bir yiğitlik, sözde bir racon değil. Bu tersanelerde çalışan işçiler, yeri geldiğinde padişaha posta koymayı da bilmişler. Daha cumhuriyetin kurulmadığı ve demokratik bir yönetime geçilmediği yıllarda (1872), Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinen ve belgelenmiş ilk işçi hareketi, bu tersanelerde ortaya çıkıyor. Aylardır maaşlarını alamayan işçiler greve gidiyorlar ve sonucunda, padişahı işçi isteklerini kabul etmeye mecbur bırakıyorlar. Düşünsenize, demokrasi bile yokken! Bu açıdan bakınca, Gezi Parkı direnişçilerinin, nam-ı diğer çapulcuların ecdatları, Kasımpaşa Tersaneleri’nde çalışan işçiler. Onlar, kentleşen ve sanayileşen Osmanlı İmparatorlu’ğunda demokrasi bile yokken emeklerinin peşinden koşan bir grup işçi, “buuunlaar”, demokrasiyle yönetilen 2013 Türkiyesi’nde kentinin kültürünü ve kentli kimliğini savunan bir grup diren-işçi.


Ne garip! Bu aralar bütün yollar dönüp dolaşıp Gezi Parkı’na çıkıyor…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.