Daha içelim hey!
Darbe girişimi gecesi televizyonun karşısında muhtırayı dinledikten sonra yüzüme doğru bir sıcaklığın yürüdüğünü hissettim. İşte olmuştu. Çocukluğumuz 80 Darbesi’nin gölgesinde başlamış, okul yıllarımız darbe sonrasında kök salarak bugünlere kadar gelen baskıcı ortamın içinde geçmiş ve nihayet ömrümüz de başka bir darbenin yarattığı ortamla son bulacaktı. Öfkeliydim. Ailemde 12 Eylül’den direkt etkilenen kimse yoktu. Yine de okuduklarıyla, dinledikleriyle, izledikleriyle bir darbenin ne olduğunu, başımıza nelerin geleceğini biliyordum. Öfkem bunaydı. Göz göre göre bizi getirdikleri noktayaydı. Bu ülke, bir şekilde kendini hep aynı döngünün içine sokmayı başarabiliyordu. Ardından da, sanki bütün olan bitenin sebebi kendisi değilmiş gibi, (kimse dış mihraklar falan demesin) devlette beka esastır diyerek, kendi insanını feda etmekten kaçınmıyordu. Yine feda edilecektik. Ne için? Bu ülkeyi yönetmeyi beceremeyen insanlar için.
Ben televizyonun karşısında öylece çakılıp kalmışken, o gün kasabadaki insanların marketlere ve fırınlara hücum ettiğini duydum. Gelecek kaygısı, mutluluk, hayat, demokrasi, gibi şeyleri düşünmek lükstü demek ki. Eskilerin darbeden anladıkları şey eve makarna ve bulgur almaktı. Bütün o darbelerden sonra öğrendiğimiz tek şey buydu.
Ben de aldım. Kasada hesabı öderken kasiyerin arkasındaki 1,5’luk rakı şişelerine takıldı gözüm. Şaka yapmak niyetinde değildim. Komik olmak da istememiştim. Ağzımdan aslında alayla “Şu 1,5’luklardan da beş on tane almak lazım” gibi bir cümle çıktı. O an anladım ki içim bir tür apokalips yaşıyordu. Makarna almak yaşamaya dair bilinçsiz bir umutsa, içki almak da ölmeye dair bilinçli bir umutsuzluktu. Ne için yaşayacaktık? Bizi nasıl daha da berbat bir şekilde yönettiklerini görmek için mi? Ölmek, öldürülmek için mi? Geleceğimizin ve düşüncelerimizin üzerinden kendi doğrularıyla geçmeye devam etmeleri için mi? Hiçbiri bana göre değildi. O sırada kasiyer kız “Alın tabii” diye yanıtladı aslında kendime alayla söylediğim sözü. “Birazdan kalmayabilir.” Kızın bu sözünü benim gibi düşünenlerin çokluğu olarak yorumlamadım. O da düpedüz satışlardan memnundu ve bu sözüyle beni para harcamaya teşvik etmeye çalışıyordu. Darbecilerin yaptığına iğrendiğim kadar kızın o sözlerine de iğrendim. Az sonra evine giderken sırf kimliğini evde unuttuğu ya da gecenin o saatinde evine döndüğü için alınıp bir daha geri getirilmeme ihtimali aklına bile gelmiyordu demek ki.
O gece içki almadım. Ancak birçok insanın darbe girişimi gecesi evlerinde normalden fazla içtiğini duydum. Onlarınki de bilinçli umutsuzluktu muhtemel. Bu kadar umutsuz olmaya hakkımız var mı bilmiyorum açıkçası. Ama umut taşıyanların bir köprü yaptığımız için sevinen insanlar olduğunu görünce…
İçelim diyorum. Yaşadıklarımız bize hiçbir şey öğretememişse, olmayan geleceğimize içelim. Ölene kadar…
YORUMLAR