Ayrılık Güncesi: Sulanmamış çiçeklere ve ayrıkotlarına…
“O gün yavaş yavaş bıraktı sakalını, bıraktı uzasın.” İlhan Berk…
Sabahları yataktan kalkmak zorundasın. Devam etmesi gereken bir hayatın var. Sana bir şey vaat etmese de. Oysa gözlerini açtığında yaptığın ilk şey, boş boş tavana bakıp gördüğün kâbusları ya da rüyaları gözden geçirmek. Bir ihtimal de olsa bir vaat? Hayır. Hiçbiri kalkıp hayata karışmak konusunda isteklendirmiyor seni.
Çünkü mutlu rüyalardan sonra uyanırsan, uyandığında hayatının hiç de öyle olmadığını görüyorsun. Kalbine hemen bir ağrı saplanıyor. Kâbuslarınsa onsuz geçen hayatının uyurken bir devamı gibi. Yine de kalkıyorsun. Evin, pusu kurmuş uyanmanı bekliyor. Az sonra her köşesinde sana geçmişini hatırlatan bir anı peyda olacak. Biliyorsun. Çünkü o günden beri bu böyle. Yapacak bir şeyin yok. Evin, ayrıldığınız günden bu yana sana düşman olanlardan sadece bir tanesi. Ya sokaklar? Ya şehir? Ya kalbin? Banyoya gidiyorsun. İşte ayna karşısındasın. Saçların sulanmamış çiçekler gibi. Sakallarınsa ayrıkotları. Belli ki yüzünü gizlemeye çalışıyorsun sakallarının ardına saklanıp. Kederini kimse görmesin. Kol kırılsın, yen içinde kalsın. Mümkün mü? Attığın her adım, ardında kederden bir iz bırakıyor. Ne kimseye bir şey verecek durumdasın, ne de kimseden bir şey alacak. Baksana, aynadaki suretine zoraki bir gülümsemeyi bile çok görüyorsun. Evet. Senden adam olmaz. Birbirinizin gözlerinin içine bakın ve bir daha söyleyin. Senden adam olmaz! İşte evin ilk numarasını yapıyor sana. Unutulmuş ya da bilerek bırakılmış bir diş fırçası. Seninkini yerine koyarken görüyorsun. Her sabah aynı acıyı kalbine saplasa da atmaya kıyamadın. Dursun istedin. Dursun ve diş fırçalamak gibi basit bir eylemin içine, hiç beklemediğin bir anda koskoca bir ilişkinin bütün anı yükünü sokuşturuversin. Kendine olduğun gibi, bedenine de yabancısın ayrıldığınızdan beri.
Sanki ruhun onunla birlikte gitmiş de geride sadece beden denen bir et yığını kalmış gibi. İşte o sensin. Büyülü bir dokunuşla sana ruhunu geri verecek o kadın yok artık. Ve yokluğu, evinizin her yerinde. Olmayan bir varlıkla savaşabilecek misin?
Yalnız olduğunu sanıyorsun değil mi? O gittikten sonra yalnız kaldığını? Bir daha hiçbir şeyin seni yalnızlığından alıkoyamayacağını? Yanılıyorsun işte. Bu evin içindeki her şey, senin gibi, onun varlığıyla da doldu birlikte yaşarken. Şu koltukta oturuşu duruyor mesela, görüyor musun? Şu halının üstünde yürüyüşü… Şu yatakta yatışı ve şu gardıropta giyinişi. Hepsi sıradanın içindeki küçük mucizeler gibi sırasını bekliyor. Ne eksik, ne fazla. Tam zamanında ortaya çıkacak ve seni yalnızlığından kurtaracaklar. Ama yalnızlıktan kurtulmanın da bir bedeli var tabii. Zamanı geldiğinde ki her gün, her an gelebilir, bu bedeli ödeyeceksin. Durmadan. Tekrar tekrar ve döne dolaşa. Ve zaten ödeyegelmektesin.
Temiz ve ütülü bir gömlekle kendini iyi hissedebilirsin. Pekâlâ. Az da olsa bir umut, kabul edilebilir. Aç bakalım gardırobu. İkiniz de maviyi severdiniz değil mi? Neyse, küçük bir sıyrık diyelim. O gittiğinden beri maviye kırgınsın. Yine de seç bir mavi bugün. Şu üzerinde onun saç teli olanını mı aldın? Henüz fark etmedin mi? Peki, geç şimdi aynanın karşısına ve giy onu. Şimdi gördün değil mi? Kalbinde saç teli inceliğinde bir kesik var ve müthiş sızlıyor şimdi. Nasıl girmiş o saç teli oraya diye sorma. Diş fırçası gibi değil bu sefer. Elinde tuttuğun ondan bir parça. Koklasan onun kokusunu bile alabilirsin. Biliyorum, tekrar yatağa girip günlerce uyumak istiyorsun. Mümkünse bir daha uyanmamak. Ama işte, bedel ödemek böyle bir şey. Haydi, hazırlan ve çık artık evden. O saçla oynamayı da bırak. Evinin sana yeni bir pusu kurmak için yalnızlığa ihtiyacı var. Korkma. Akşam döndüğünde ölmeyeceksin. Öldürmeyecek. Kalbinin üstündeki kesiklere yenileri eklenecek sadece. Evdeki bütün anılar kendi sırasını savana kadar…
YORUMLAR