Yunus Geray: "Sesimi duyan var mı?"

Omzunda şefkatli bir el. Sabırla kurtarılmayı bekledi. Korkuyordu. Yüzünde depremin tümacısını görebilirdiniz. Ama ağlamadı. Kurtarma ekipleri bir yastık verdiler ona. Koy başını, dinlen, dediler. Uslu bir çocuk gibi, denileni yaptı. Depremden az önce küçük kardeşi Muhammet’i göndermişti eve. Birlikte internet kafeye gelmişlerdi. Evdekileri merakta bırakmak istememiş, önden kardeşini yollamıştı. Küçük Muhammet kurtuldu.


Saatlerce çalıştı kurtarma ekipleri. Saatlerce bekledi Yunus. Omzundaki şefkatli elle. Büyük ihtimal bir babanın eliydi. Parmağında alyansı. Kendi bedenini Yunus’a siper etmiş. Hangimiz unutabildi o günden sonra o eli?


Ders çalıştı o gün Yunus. Facebook’a girip videolar paylaştı. Barış Manço’ya hayrandı. Ahmet Kaya’yı çok seviyordu. Rap videoları da vardı profilinde, Şivan Perwer’den şarkılar da. En son paylaştığı videolardan biri Türkçe, “Her şehidin ardından bir türkü söyle”ydi.


Kurtarıldığında hepimiz çok sevindik. Felaketler bize insan olduğumuzu hatırlatıyordu nedense. Bizi birbirimize düşüren her şey, aslında sadece bir insan olduğumuz gerçeği altında eziliyordu. Her felaketin hemen sonrasında insanlık kazanıyordu. Kampanyalar, yardımlar, gözyaşları… Devlet de katılıyordu insanlığımıza. Daha doğrusu, insanlığımızdan pay kapmaya çalışıyordu. Demeçler, taziyeler, vaatler… Ama sonra?


Kurtarılmasını dualarla, gözyaşlarıyla beklediğimiz Yunus Geray, bize küçük bir mucize yaşattıktan sonra hayatını kaybetti. Sadece on üç yaşındaydı. Enkazın altında gösterdiği metanetle hepimize bir ders vermişti. Direnmeliydik. Biz insanlar bundan bir ders çıkarttık mı? Ya devlet?


Erzurum yolunda, ambulanstayken aramızdan ayrıldı Yunus. Mucize, çok kısa sürmüştü. Mucizeler çok kısa sürerdi zaten. Hemen ardından devletin şefkatli eli dokunurdu omzumuza. Şöyle pat pat, iki defa vurarak. Haydi bakalım, bu kadar insanlık yeter. Sonra hepimiz, devletin babacan uyarısıyla ya da hayatın rutine çağıran sesiyle kendi küçük hayatlarımıza dönerdik. Yeni bir mucizeyle tekrar insanlığımızı hatırlamak üzere.

Devlet, hep vatandaşını uyarırdı nedense. Hatta azarlardı. Hem bina yapmak için ruhsatı kendisi verir, hem de denetlemesi gereken bina yıkıldığında içinde oturana keserdi faturayı. Koca koca kitaplarla her şeyi kanuna, yasaya, yönetmeliğe döken devlet, bir özeleştiriyi sokmazdı kitaplarına. Neden acaba? Babalar hiç özeleştiri yapmazlar mıydı?


İki yıl oldu Yunus aramızdan ayrılalı. İki yıl geçti Van depremi üzerinden. Bugün İstanbul’da hava gündüz 6, gece -10C. Van’daysa gündüz -2, gece -10. Hangimiz daha çok üşüyoruz? Peki hangimizin iyi ya da kötü başını sokacak bir evi var?


Devletin şefkatli eli çadırlar verdi önce depremzedelere. Konteyner kentler kurdu. Öyle ya insanlığımızdan pay kapmaya çalışıyordu. Mucize kısa sürünce o da büründü gerçek kimliğine. TOKİ, fakir bölge halkına evler sattı. Yiyecek ekmek bulamazken o taksitler nasıl ödenecekti? Pat pat, sırta iki tokat. Ödersin ödersin. Ardından konteyner kentleri boşaltmaya başladı. İnsanların gidecek yerleri olmayınca çıkmak istemediler. Şefkatli el, önce elektriklerini kesti. Sonra sularını. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insanlar açlık grevinde şimdi. Yiyecek ekmekleri yok. İçecek suları. Kalacak yerleri. Çocuklarını okula gönderemiyorlar. Sahip oldukları tek şey, direnişlerine olan inançları artık.


Van’da tebeşirle bir daire çizilmiş. İçinde Yunus Geray. Bir kolunu devletin şefkatli eli çekiyor, bir kolunu omzundaki el. Yunus üşüyor. Devlet, devletliğini göstermenin derdinde. Ya biz?


Unutmayalım.Vandakiler’in kaderini devletin eline teslim ettiğimiz sürece, Yunus da biziz, Yunus’un omzundaki el de.



YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.