Ünzile'nin memleketinde değişen bir şey yok
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Doğrultmanız mümkün değil. Yardım eli, büyük nasihati, abi tavsiyesi, Allah’ın sopası, kulak çekme, kulağa küpe, sırt sıvazlama, omuz verme… Hiçbiri kâr etmiyor. Hepsi için bir cevap var. Dış ve iç mihraklar, paralel devlet, geziciler, faiz lobisi, cehape zihniyeti, otpor, çete, dostmodern darbe, Ergenekoncular, 28 Şubatçılar, Esedciler… Mağduriyet için kendilerine dayanak göstermeyecekleri hiçbir şey yok. Bitmez tükenmez bir enerji. Mağdurdaki(!) bu enerji bile başlı başına mağduriyetle çelişen bir şey değil mi? Bir mağdur, bu kadar enerjik olabilir mi? Bir mağdur, bir milyon cephede bitip tükenmeden ve mücadele ettiği herkese illallah ettirerek mağduriyetini savunabilir mi? Tanrı öldü. Yaşasın Mağduriyet Tanrısı.
Biraz da gerçek mağduriyetten bahsedelim. İçinde küçük insanların olduğu. Yani bizlerden. Çünkü bu memlekette artık insandan bahsedilmiyor. Ünzile’yi bilmeyen var mı? İlk dinlediğimiz günden bu güne tam yirmi sekiz yıl geçmiş. Bunun son on bir yılı da Mağduriyet Tanrısı’nın iktidarıyla. Yani ileri demokrasi, insan hakları, pozitif ayrımcılık, kadına şiddete son, haydi kızlar okula söylemlerinin havalarda uçuştuğu bir iktidarla. Sonuç: On dört yaşındaki Kader Erten, evinde ölü bulundu. İkinci bebeğini erken doğumla dünyaya getirdikten sonra. Tabancayla vurulmuş olarak.
Hikâyesinden de bahsedelim Kader’in. Hepimiz Ünzile’den biliyor olsak da. On bir buçuk yaşında imam nikâhıyla evlendirilmiş Kader (Varmadan sekizine/Ergin oldu Ünzile). Her iki ailenin de rızasıyla (Bir gül gibi al ve narin/Bir su gibi saydam ve sakin/Susar kadın Ünzile). İmam nikâhından sonra resmi nikâhsız eşi Mehmet Atak’ın ailesiyle yaşamaya başlamış (Söğüdüm ağlar gider/Olur hatun kişi). On iki buçuk yaşında ilk çocuğunu dünyaya getirmiş (Hem çocuk, hem de kadın). İkinci çocuğunun doğumundan sonra da savcılığın iddiasına göre şüpheli bir intiharla hayatına son vermiş. (Ünzile insan dölü/Bilinmezlere gebe).
İşte mağduriyet budur. On bir buçuk yaşında evlendirilirken itiraz etmek istersin ama sesin çıkmaz. Bilmem nereden birileri gelir, bu kocan olacak derler, alıcı gözle bile bakamazsın, çünkü çocuksundur. Annen baban iki tane koyun alır, karşılığında seni verirler, etrafında olan bitenden yakınacak kimse bulamazsın. Alır seni evinden bambaşka bir eve, bambaşka bir memlekete götürüler, boğazın düğümlenir ağlayamazsın. Daha ne olduğunu anlayamadan kucağına bir çocuk verirler, kendini mi çocuğunu mu büyütmen gerekir, karar veremezsin. Seni biri kucağında, biri karnında iki çocukla bırakıp kocan askere gider, dur gitme diyemezsin. Kocanın anne ve babası seni iki koyun karşılığında aldıkları için sana mal muamelesi yaparlar, onlara insan olduğunu anlatamazsın. Gün gelir, bir yerlerden bir silah çıkar, artık onlar mıdır seni vuran, sen mi kendini vurmuşsundur, umursamazsın. Çünkü sen, seni evlendirdikleri gün yuttuğun çığlığınla zaten ölmüşsündür. Sonrası devlet ve aileler için basit bir adli meseledir.
Yönetmekle sorumlu olduğun ülkede böyle mağduriyetler yaşanırken ve yönettiğin süre içinde çözüm adına en ufak bir ilerleme kaydedememişsen, senin mağduriyetten bahsetmeye hakkın yoktur. Çünkü devlet ağlamaz.
Ama dedim ya işte. Tutulacak bir yerin olsa…
YORUMLAR