Ailenin kıymetini en iyi biz biliriz

Önce üç çocuktu. Üç iyiydi. Allah’ın emriydi. Biri olmazsa öteki bakardı. Onlar çalışır, sen yerdin. Sonra beş oldu. Nedense üç az gelmişti. Meydanlar beş beş diye inliyor, nikâh törenlerinde gelin hanıma kaşlar üstünden tebessümlü tehditle bakılıp beş deniyordu.


Beş iyidir. Biri rant avına çıkar, biri paraları sıfırlar, biri belgeleri yok eder, biri diğerlerini organize eder, biri de babacım babacık derdi. İtiraz edenler için önlemler geliştiriliyordu. Hastanelerden telefonlar edilip müjde, dede oluyorsunuz, deniyordu insanlara. Benim bedenim, benim kararım diyenlere "Bütün hak annenin değildir" diye açıklamada bulunuyordu sağlık bakanı. Tabii ki baba da söz sahibi olmalıydı çocuk yapma kararı alınırken de, acaba babanın hakkından mı bahsediyordu bakan? Bizim de hakkımız var. Şuraya beş yüz konut diksek, şu düzlüğe havaalanı yapsak, şu vadiye köprü kursak, hem memleket kalkınsa hem bedenin, fena mı olur!


İtiraz edilince enteresan analojiler kuruluyordu, “Her kürtaj bir Uludere’dir.” gibi. Sonra daha da ileri gidiliyordu. “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” Sanki tecavüz sonucu doğacak çocuğun annesi kuluçka makinesi, çocuk da yumurta. Bu travmayı hayatları boyunca ikisi de yaşamayacak, çünkü devlet şefkatli kollarıyla çocuğu saracak. Ama anneye şefkat yok. Sapkınlığın kol gezdiği memlekette günahsız çocuklar da doğuyordu elbet. Ya da anne-babalarının hatası, hayatın acımasızlığı gibi sebeplerle devlete sığınmak zorunda kalan. Onlara ne yapıyordu peki devlet? Çocuk Esirgeme Kurumları’nın adı tecavüzle birlikte anılıyordu bu memlekette ve bakan, gerekirse devlet bakar, diyordu. Sen yeter ki çocuk yap. Kaynağını göstermesen de olur. Kayıtlı kuyutlu olmasın. Biz gerekirse çocuğu sıfırlamasını da biliriz.


Beş iyidir, iyi. İnanıp beş, hatta daha fazla çocuk yapan anneler de oluyordu. Koskoca insanlar beş diyorsa bir bildikleri vardır elbet. Hem süt parası, bez parası, çocuk parası falan da veriyorlar. Zaten kömür, makarna, bulgur da onlardan. Kızlara koca da bulunur elbet. Bulunuyordu da. On-on iki yaşında küçücük çocuklara yetmiş seksen yaşında dedeler musallat oluyordu da içlerinden bir allahın kulu çıkıp yazıktır, günahtır demiyordu. Hatta şöyle açıklamalar yapıyordu ilgili bakan: “Bu nikâhların çoğu masumane kıyılıyor. Kendi kızını çocuk yaşta evlendiren annenin de çocuk yaşta evlendiği için bunu normal sandığını görüyorsunuz.” Bir de gerçekten masumane tanımını hak ederek meydanlara dökülenler vardı. Öldüler, kör oldular, sakat kaldılar. Peki onlar için ne dendi: "Türkiye'de bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi polise şiddet uygularken ölüyor.”


Şimdi meydanlarda şöyle haykırıyor ba(ğ)zı sesler: “Aile nedir, çoluk çocuk nedir bilmez…”, “Evlenmemiş olabilirsin. Ama sen ailenin kadir kıymetini bilmezsin. Çünkü anne olmak, baba olmak ayrı bir şey…”


Bu memlekette istese de anne baba olamayan insanlar var. Henüz evlenmemiş ya da hiç evlenmeyecek olanlar… Züccaciye dükkânına fil girer gibi davranılarak kırılan kalpleri ya da özel hayata gösterilmeyen saygıyı falan, hepsini geçiyorum. Bunları söyleyen ve yapan insanların anne baba olduğu memlekette, beşi üçü geçtim, kim çocuk yapmak ister ki!


Ama ailenin kadrini bilmek kısmına katılıyorum. Cumhuriyet tarihinde kimse çoluğuna çocuğuna, eşine dostuna, hısımına akrabasına böyle kıymet vermemiştir.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.