Evli çiftler zaten sevişmez. Kim işinden memnun ki?

Kendinizi bir çitin arkasında duran bir grup köpekten biri olarak hayal edin. Köpekler birbirinin kulağına fısıldayıp duruyor:




“O çitin üzerinden atlayamazsın, zaten atlasan ne olacak.” “Orada da buradakinden farklı bir şey yok.” “Atlarsan her şey daha da kötü olur, bak kimse atlıyor mu?” “Burada hep birlikteyiz orada yalnız kalırsın.” “Neyse zaten boş ver, atlayamazsın.”


Bu çitin üzerinden siz atlar mıydınız?


Şimdi dayılanıp: “Onları mı dinleyeceğim atlardım tabii” demek kolay. Ama çoğu zaman hiçbirimiz, o çitin üzerinden atlamıyoruz. Hele ki daha önce birkaç kez denemiş ve becerememişsek, kafamızın üzerine çakılmış yaralanmışsak. Çaresizliğin bu formuna, kolayca inanıveriyoruz. Hatta büyük bir şevkle bu sefer biz de diğer köpeklerin kulağına fısıldamaya başlıyoruz: “O çitin üzerinden atlayamazsın, zaten atlasan ne olacak.”

İnsanın, deneyip deneyip başaramadığı ya da denerken zarar gördüğü bir şeyden külliyen vazgeçmesini anlamak mümkün. Öğrenme, nihayetinde böyle bir mekanizmayla gerçekleşiyor.




Peki ya çit ortadan kalkarsa?


Kendinizi kulağına çaresizlik fısıldanan çitin arkasında bir köpek olarak hayal etmeye devam edin: “O çitin üzerinden atlayamazsın.” Sonra birisi önünüzdeki çiti kaldırıyor.


Bir zamanlar var olan çitin diğer tarafına geçer miydiniz?


Şimdi “Çit kalkmış niye geçmeyeyim” demek kolay. Ama çoğu zaman geçmiyoruz. Çit o kadar uzun zamandır orada duruyor, o kadar uzun zamandır bu çaresizlik size öğretiliyor ki çitin yok olması bile sizi artık harekete geçiremiyor. Bir kere çaresiz olduğunuzu öğrendikten sonra, artık bu çaresizliği sürdürmek için bir çite gerek kalmıyor. O "imkansız"lar, "yapılamaz"lar, "böyle gelmiş böyle gider"ler o kadar güçlüler ki, etrafınızı öyle çeviriyorlar ki... Gözleriniz, etrafınızda bir çit olmadığını bile göremez hale geliyor. “Kendinize o çitin üzerinden atlayamazsın” demeye devam ediyorsunuz.





Bazen etrafınıza bakıp, “İyi de çit falan yok” deyiverecek gibi oluyorsunuz. Sonra diğer köpeklerin aynı yere bakıp iştahla; “O çitten atlayamazsın” dediğini görünce “Bu kadar köpek yanılıyor olamaz” deyip, olmayan çiti işaret ederek siz de devam ediyorsunuz: “O çitin üzerinden atlayamazsın!”




Kulağınıza bir kaç tanıdık çaresizlik fısıldayayım siz karar verin. Olmayan çitin üzerinden atlar mıydınız?


Başkasıyla da olsan sonunda o ilişki de aynı yere varacak. Kadınları mutlu etmek mümkün değil. Zaten erkeklerin hepsi aldatıyor. Herkes çok çalışıyor. Başka işe geçsen daha iyi mi olacak? Bu yaştan sonra iş değiştirilmez. Kimsenin kendine ayıracak vakti yok. Sanki başkalarının kocaları çok farklı. Kadınlar sadıktır aldatmaz. İnsan zaten karısıyla sevişir mi, herkes böyle yapıyor.


En az bir kaç tanesi kulağınıza fısıldanmış, siz de en az birkaç tanesini başkasının kulağına fısıldamışsınızdır. Hiç kuşku yok.


Psikolojide insanların içinde olduğu bu duruma öğrenilmiş çaresizlik deniyor.

Tıpkı Pavlov’un köpeği gibi, bu da köpeklerle yapılan bir deney sonucu filiz vermiş bir teori. Bu kez söz konusu olan Seligman’ın köpekleri. Deneyin uygulama şekli yukarıda anlattığım çitin ardındaki köpeklerden biraz farklı, ama ortaya konan sonuç aynı.


Seligman, yirmi dört tane köpeği bir araya getiriyor ve köpekleri üçe bölüyor.


Kaçış grubu, boyunduruk grubu ve kontrol grubu.


Köpeklerin hepsi aynı odadayken kaçış grubundaki köpeklerin ayaklarına elektrik şoku veriliyor. Odada bulunan bir butona basarak şoku kesmek mümkün. Köpekler butona basmazsa şok kendiliğinden 30 saniye içinde kesiliyor. Bu gruptaki köpekler, kısa sürede butona basmayı öğreniyor ve şokun süresini azaltıyor.



Boyunduruk grubundaki köpeklere de aynı şok uygulanıyor, ancak köpekler butona bassalar bile şok kesilmiyor. Bu köpekler de butona basmayı deniyor ama belli denemeden sonra vazgeçiyorlar.




Kontrol grubundaki köpeklere ise aynı odada olmalarına rağmen hiç şok verilmiyor.


Bu öğrenmeden sonra köpeklerin hepsi kısa bir çit ile iki bölüme ayrılmış bir alana götürülüyor. Köpeklerin hepsine elektrik şoku verilip, çitten karşıya atlamaları bekleniyor. Birinci kaçış ve üçüncü kontrol grubundaki bütün köpekler, karşıya atlıyor. Boyunduruk grubundaki 8 köpekten 6’sı hiçbir şekilde karşıya atlamıyor.


Deneyin sonucunda boyunduruk grubundaki köpeklerin ne yaparlarsa yapsınlar şoku kesemeyecekleri, yani çaresiz olduklarını öğrendikleri sonucuna varılıyor.


Daha sonra yapılan birçok araştırma insanlar için de durumun benzer olduğunu ortaya koymuş. Örneğin yetiştirme yurtlarındaki çocuklar, ortalama bir çocuğa göre çok daha az ağlıyorlar. Çocuklar, ağlamalarına bir reaksiyon alamadıkça ağlamaktan vazgeçiyorlar. Uslu oldukları için değil, ağlamalarının hiçbir değeri ve etkisi olmadığını düşündükleri için ağlamıyorlar. Ağlayan çocuklar, sanılanın aksine kendini çaresiz hissetmeyen, içinde bulundukları hoşlarına gitmeyen durumu değiştirmeye çalışan çocuklar.


Seligman’ın kontrol grubundaki, yani elektrik şoku verilmeyen sadece olan bitene tanık olan köpekleri, çaresizliği öğrenmiyor. Uzman değilim ama hepimiz insanlar için durumun böyle olmadığını, başkalarının öğrenilmiş çaresizliklerinin bir virüs gibi bizim bedenimize de girdiğini ve elimizi kolumuzu bağladığını biliyoruz.


Öğrenilmiş çaresizlik toplumsal/siyasal olaylarda da kendini gösteriyor. Özellikle de bizim gibi tam demokratikleşememiş geçmişi acı dolu siyasal olaylarla örülmüş toplumlarda:




“Benim oyumun ne kıymeti var? Gösteri yapsak ne olacak? Gezi direnişi oldu da bir şey mi oldu? Kimin seçileceğine zaten Amerika karar veriyor.”

Size şu kadarını söyleyeyim: Eğer öğrenilmiş çaresizliklerimiz olmasaydı, hepimizin çok farklı hayatları olurdu. Bir çoğumuz şuanda yaptığı işi yapmaz, şuanda birlikte olduğu adam ya da kadınla olmaz, şuanda yaşadığı şehirde yaşamazdı. Eylemlerimizin bir anlamı ve etkisi olduğunu düşünür çitin öbür tarafına atlardık.


Lütfen bu yazıyı okuyup koşarak yan odadaki patronunuza gidip istifa etmeyin. Sevgilinizi kapının önüne koymayın. Bu yazı, tüm bunları yapmanın aslında çok kolay olduğu sadece psikolojik bir bariyer yüzünden yapılamadıklarını anlatmıyor.



Boşanmak/evlenmek, istifa etmek/bir işe girmek, tek kadını sevebilmek/çok adamla olabilmek.... Çitin öbür tarafı sizin için her ne ise, kuşkusuz oraya atlamak zor olacaktır. Her eylemin sonuçları ve çoğu zaman bir bedeli vardır. Çitin hiçbir tarafı gül bahçesi değildir.



Burada sorun olan: “Zaten atlanamaz”, ”Zaten yapılamaz”, “Yapılsa da bir şey değişmez” demek, bu nedenle durmak ve bu çaresizliğe inanmaktır.


Gerçekleştirdiğimiz her eylemin kıymeti ve etkisi var. Üstelik sanılanın aksine hiçbir şey yapmamanın da sonuçları ve bir bedeli olur. Çoğu zaman bu bedeli hayatımızı içimizden geldiği gibi yaşayamayarak öderiz.


Bir grup arkadaşımız evimize gelmiş, oturuyoruz. Herkes evli. İçlerinden iki erkek sohbet ediyor, aynı ortamda olan karılarını tatlı tatlı çekiştiriyor. Ben onlara "Edi ile Büdü" diyorum.





Edi: “Ya bunun suratı hep asık kardeşim” diyor.




Büdü gülüp cevap veriyor: “Kadınların milletinin suratı asık olur, sen daha öğrenemedin mi?”





Edi de gülüyor: “Evet abi, kadınlar nevrotik yaratıklar mutlu etmek mümkün değil.”



Büdü “Aynen öyle” diyor: “Zaten bunlardan boşansak iki sene sonra yeni kadınlar da böyle olacak.”

Ediyle Büdü hem evli hem mutlu olmanın mümkün olmadığını karara bağlayıp, sohbeti noktalıyorlar. Biralarını yudumlamaya devam ederek TV’deki maça dalıyorlar.


Karşılarına geçip; “Hey dostum!” demek istiyorum: Gezi Direnişi çok şey değiştirdi. Evli insanlar mutlu ve âşık olabilirler. Herkes işinden nefret etmiyor. Dünyada yapılacak başka işler de var. O arabayı almak için bu kadar çalışmak zorunda değilsin. Erkelerin hepsi böyle değiller ve bazı kadınlar mutlular.

“Hey dostum sana bir haberim var: Çitin öbür tarafına atlanabilir!”






YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.