Öğretmenimsin diye benimle böyle konuşamazsın!
Bu yazının ilk bölümünde bahsetmiştim. Ladin 5 yaşında, bizim için çanlar ilkokul için çalıyor.
Ladin için toplam 4 tane okul ile görüşmüş olacağız. Hemen bütün okulların ağzında aynı laflar var. Herkes lider, özgüveni yüksek, sorgulayan, araştıran çocuklar yetiştiriyor. Anne babalar da bu özellikleri çocuklarına en iyi verebilecek okulu tespit etmeye çalışıyor. Benim derdim herkesten büyük. Lider, özgüveni yüksek, sorgulayan, araştıran çocuklar yetiştiren okul istemiyorum.
Birtakım özellikler anne babalar ve eğitim dünyasında fetiş haline geldi. Bütün dünya el ele vermiş bazı insanlık hallerini yüceltiyor. Üstelik çok büyük bir kavram kargaşası var. Dışa dönüklük, sosyallik özgüven zannediliyor. İçe dönük olmak, sessiz olmak, kırılgan olmak, kendi halinde olmak, her şeye hemencecik uyum gösterememek hiç makbul değil. İçe dönük sessiz çocuğunuzu bütün içe dönüklüğü ile seveceğiz deseler okullara kimse yılda 40 bin lira vermiyor.
Okullarının durumunun müsebbibi biraz da biziz. Okullar ticaret yapıyor. Velinin talep ettiğini arz ediyor.
Görüşmeye gittiğimiz ilk okula Reggio Emilia yaklaşımından bahsediyoruz. Ladin’in yuvası o yaklaşımı hayata geçirmek için uğraşıyor. Müdür konu hakkında bilgili. “Reggio’da çocuklar 3 ay bahçeye kuş yuvası projesi üzerinde çalışıyor. Öyle bir şey yapmaya kalksak kimse bize yılda 40 bin lira vermez” diyor. Açıklığı nedeniyle kendisine gerçekten müteşekkir oluyorum. Çünkü çoğu okul “mış gibi” yapıyor. Kanıp çocuğu veriyorsunuz matruşkanın içinden başka bir şey çıkıyor.
Bir arkadaşıma derdimi anlatıyorum. “İyi de” diyor. "Ladin, lider, özgüvenli, dışa dönük bir çocuk. Sen niye bunu dert ediyorsun?”
Bir okul bazı özellikleri makbul görüp diğerlerini görmüyorsa bu sadece o özelliklere sahip olmayan çocukları etkilemiyor. Bütün çocuklar bazı insanlık hallerinin diğerlerinden daha makbul olduğunu öğreniyorlar. Kızımın lider, özgüvenli, sorgulayan bir insan olmama hakkını korumak istiyorum o kadar. Hiç de lider hissetmediği bir anda kendini buna mecbur hissetmesin, bunun da bir insanlık hali olduğunu bilsin istiyorum bu kadar basit.
Duymaktan kusmak üzere olduğum bir konu da küçük motor gelişimi. Herkes papağan gibi bunu söylüyor. Ne önemliymiş ya rabbim o küçük motor kasları. Allah korusun 6 ay geç gelişseler çocukların hayatı kayacak!
Üstelik okullar neden bahsettiklerini de bilmiyorlar. Çocukta liderlik özelliği çok övülüyor ama sonra lider çocuğun liderlikten kaynaklı özellikleri yerden yere vuruluyor.
Bundan birkaç sene önce şehirden uzak bir yere taşınınca 2-4 yaş arası Ladin’i o okuldan o okula gezdirmek zorunda kaldık. Ladin o dönem özgüveni yüksek lider çocuk yetiştiren bir okula gidiyordu. Öğretmeni bizi arayıp toplantıya çağırdı, gittik. Psikolog, iki öğretmen, müdür... Bayağı kurul toplanmış. "Nedir?" dedik. Bir sürü konu var. Çocuktan şikayetçiler. Biri çok ilginç. Hala hatırladıkça gülüyorum.
Ladin, öğretmenine “Benimle böyle konuşamazsın” demiş. Öğretmen, “Ben senin öğretmeninim Ladin, konuşurum” demiş. Ladin cevap vermiş, “Olabilir, kimse benimle böyle konuşamaz”.
“Özgüvenli çocuk yetiştirecektiniz, yetişmişi var” dedik. “Bu kadar özgüven fazla, 3 yaşındaki çocuk 40 yaşındaki bir kadına nasıl ayar verir?” dediler.
Eğri oturup doğru konuşalım. Okulların çocuklarımıza hemen hiçbir katkıları yok. Genelde zarar veriyorlar. Merak eden çocuk yetiştirilmez. Merak etmeyen çocuk zaten yok. Okulun bir amacı olacaksa bu merak etme durumuna zarar vermemek olmalıdır. İyi okul kendini geri çekmeyi becerebilen okuldur. Ama kendimizi öğrenme sürecinde geri çekiyoruz diyen okula kim 40 bin lira verir?
Aman efendim hayatın gerçekleri aman efendim İngilizce... Hayatın gerçeğini size söyleyeyim. Hayatın gerçeği antidepresanların dünyada en çok satılan ilaçlar listesinde ilk sırada olduğu. Hayatın gerçeği; başarılı başarısız, dil bilen bilmeyen herkesin yaşadığı hayata tahammül edebilmek için avuç avuç antidepresan içtiği. Hayatın gerçeği bu.
Okula gitmenin amacı nedir? Meslek edinmek mi? Şu anda bu yazıyı okuyan siz, eğer yaptığınız işten tatmin oluyor zevk alıyorsanız çok şanslı bir azınlığın üyesisiniz. Ladin bana bir gün sormuştu, “Anne sen de küçükken balerin olmak istemiş miydin?” “Evet” dedim “istemiştim”. Bir an durdu. “Sonra ne oldu anne?” dedi.
Siz de küçükken mucit olmak istemiştiniz. Robot yapacaktınız. Doktor olup hayat kurtaracaktınız. Kaşif olup dünyayı gezecektiniz. Şimdi ben de size soruyorum. Sonra ne oldu? Üstelik bunu doktor olmak isteyip doktor olduysanız da soruyorum. Sonra ne oldu?
Yılar önce Ladin’in babasıyla Waldorf eğitim sistemini araştırırken bazı araştırmalara rastlamıştık. Waldorf sisteminden mezun olan çocuklar, diğer sistemlerden farksız olarak doktor da mühendis de oluyorlar. Anne babalara gelenekselden farklı bir yöntem söyleyince sanki çocuklar bu okullardan mezun olunca sadece sokak çalgıcısı olabilecek gibi geliyor. Araştırmanın sonucuna göre Waldorf’un farkı başka bir konuda görülüyor. Waldorf’tan mezun yetişkinler seçtikleri işlerden memnunlar, bu işleri yaparken mutlular. Çünkü başkası istiyor diye, makbul olan o diye seçmemişler, içlerinden geleni dinleyebilmişler.
Ladin’e kötü bir haberim var. Kendisine hanlar hamamlar kalmayacak. Ben de kızım maddi olarak hayatını idame ettirebilsin, bunu sağlayacak araçları ona verebileyim istiyorum. Siz de zannediyorum en azından bunu istiyorsunuz. Sadece bunu sağlamak sandığınız yollardan geçmeyi gerektirmiyor olabilir. Eğitimle ile ilgili doğru bildiğimiz şeylerden şüphe etmemiz gerekiyor. Doğru bildiğimiz yol, istediğimiz sonuca götürmüyor olabilir.
Ladin için gittiğimiz ikinci okul görüşmesini okulun sahibi ile yaptık. Küçük bir okuldu. Okulu gezerken duvarlarda bir sürü canavar resmi gördük. Okulun sahibesi resimleri bize anlattı: “Bizim bir öğrencimizin canavar çizme tutkusu var. O kadar tutkulu ki birkaç öğrenciyi de etrafına topladı canavar resmi çizmek üzerine çalışmaya başladılar. Bu konuda o kadar iyi hale geldiler ki Bianel’de başka çocuklara canavar resmi çizme atölyesi yaptılar. Bu öğrencimiz okuma yazma öğrenmek konusunda isteksizdi. Ona daha fazla destek olduk, tabii ki öğrendi. Onun çizim dünyası o kadar zengin ki harflerin dünyası ona sönük ve sınırlayıcı geldi”.
Bu çocuğu geleneksel bir okula koysaydınız ne olurdu? Anne-baba dikkat eksikliği teşhisiyle çoktan okula çağrılmış, çocuk düzeltilmek üzere psikoloğa başlatılmıştı. Anne baba panikleyecekti. Çocuk kendini; okuma yazmayı sökememiş başarısız olmuş geri kalmış hissedecekti. Ama burada öyle olmadı. Çocuğun okuma yazmayı öğrenmek istememesi, eksikliğinden kaynaklı görülmedi, zenginliğinden kaynaklı görüldü. Zenginliğini doyasıya yaşadı, bu zenginliğin ket vurduğu yerde destek olundu.
Öyle ya da böyle. Her çocuk okuma yazmayı söküyor. Herkes iki kere ikinin dört ettiğini öğreniyor. Akademik olarak bir okulun çocuğa ne verdiği çok da önemli değil. London School of Economics tarafından yapılan bir araştırma çocukluk çağındaki akademik başarının/gelişimin insanın yetişkinlikte yaşadığı tatmin duygusuna hiçbir katkısı olmadığını ortaya koyuyor. Araştırmaya göre tatmin duygusunu yaratan faktör çocukluk çağındaki duygusal sağlık.
Çocuklarınız akademik olarak başarısız olsun, gelişmesin, İngilizce öğrenmesin demiyorum. Tüm bunlar sandığınız kadar önemli değil diyorum. Gerçekten önemli olanı birinci sıraya, bunları ikinci sıraya koyun diyorum.
Tamamen çaresiz değilsiniz. Türkiye’de özellikle okul öncesinde bahsettiğim tarzda bir yaklaşım uygulamaya çalışan okullar artık var. Üstelik bunların bir kısmı da veli girişimi. İlkokul düzeyinde de girişimler tek tük başladı. Eğer etrafınızda böyle bir okul yoksa lütfen dert etmeyin. Okulun çocuğunuza bakış açısından her zaman şüphe edin. Okulun çocuğunuz hakkında söylediğine değil çocuğunuza inanın. Okul sandığınız kadar önemli bir yer değil. Siz önemlisiniz.
30-40 bin liraları veremiyorsanız ne gam. Bazen bir devlet ilkokulunda yumuşak kalpli bir öğretmen yetiyor da artıyor bile.
"
We don’t need no education" der, gözlerinizden öperim.
YORUMLAR