Ölüm en iyi nasihattir
Eş dost cami avlusundayız. Tahmin etmeniz zor değil, neden... Siz de o caminin avlusunda eşle dostla bulundunuz. Sessiz sesiz ağlıyoruz, sonra gülüyoruz, sonra tekrar ağlıyoruz... Birbirimizi kalabalıkta kaybedip tekrar buluyoruz. Biri ortadan kaybolunca, gözden uzaklaşınca telaşa kapılıyoruz. Aman kimse gözümüzün önünden ayrılmasın, kimse kaybolmasın...
Allah bu sefer sıralı ölüm vermemiş, bir yaşıtımızı toprağa veriyoruz. Annesi başında, bitkin... Karısının kucağında oğlu... Ama büyümüşüz belli... Kimse isyan etmiyor, lanet etmiyor, kimse kızgın değil...
Cami büyük olunca 3 başka cenaze daha arkadaşımızın tabutunun yanında yerini alıyor. 4 cenaze ve müthiş bir kalabalık var. Bir süre sonra her şey birbirine karışıyor... Hangisi kimin cenazesi bir anlamı kalmıyor. Oracıkta omzu omzuma değen insan kim bilmiyorum. Arkamda ince ince ağlayan birinin nefesi var bedenime değiyor... Kim bilmiyorum... O omuza biraz daha yaslanıyorum, arkamdaki soluğu içime çekiyorum. Önümdeki hıçkırığa doğru eğiliyorum. Birbirini tanımayan yüzlerce insan sanki kalabalığı bahane edip birbirimize sokuluyoruz. Dualar birbirine karışıyor, kimin için helallik istendiğini bile bilmeden “helal olsun” diye gökyüzüne doğru bağırıyoruz. Yüzlerce kişinin ağzından çıkan “helal olsun” içinde bir teselli buluyoruz.
Kaybettiğimiz arkadaşımızı ben yaşarken çok uzun zamandır tanımamışım. Sağlığında değil ama hastalığında yaşam yollarımızı buluşturmuş. Yaşamak için verdiği müthiş mücadeleye tanık olmuşum. Gözümün önüne tanıştığım gün geliyor, güçlü sağlıklı, atletik bir adam. Kumsalda oturuyorum, “yoga yapacak mıyız hocam?” diyor. Sonra çok şükür, bir noktada öğrencim oluyor. Şimdi geriye dönüp “Sen istersin de yapmaz olur muyuz dostum?” demek geliyor içimden.
Kısacık, uzaktan ama yakın bir arkadaşlık bizimkisi. Neden bilmiyorum. Belki de tanıdığım gün pek yakında öleceğini bildiğimden, varlığı ruhuma işliyor, bana yardım ediyor. Ölmekle ilgili, vedalaşmakla ilgili, yaşamakla ilgili bana çok yardımı dokunuyor.
Çıkmamak üzere hastaneye yattığını duyduğumda, hastaneye koşuyorum. Vedalaşmak istiyorum. Odasının önü kalabalık. Pek kimse odaya girmiyor. Hem girmek, görmek zor, hem de rahatsızlık vermekten korkuluyor. Ben girişimde bile bulunmuyorum. Kısacık ve uzaktan arkadaşlığımızda, bu vedayı kendime pek hak görmüyorum.
His paratoneri Seda, bir anda kolumdan tutuyor, 'hadi gel içeri girelim' diyor. Ne olduğunu anlamadan kendimi içeride buluyorum. Seda ile karşısına geçip oturuyoruz. Bilinci yerinde değil. Güçlükle soluk alıp veriyor... Artık bunlar son soluklar... İçlerinde pek az yaşam var. Annesi yanı başında. Seda’nın elini tutuyorum. Gözlerimi kah açık kah kapıyorum. Birlikte soluk alıp veriyoruz. Benim soluğum onunkine, onunki benimkine karışıyor. Ağlıyorum, Seda elimi daha da sıkıyor.
Ölmekteyken alıp verdiği son soluklarından birkaçına adanarak eşlik ediyorum. Bir insan diğerine daha yakın olabilir mi? Daha büyük bir yakınlık mümkün mü? Kısacık, uzaktan ve yakın bir arkadaş oluveriyoruz. Son nefesiyle bağlanıyoruz.
Tabutun başındaki oğluna ve karısına bakıyorum. Karısı oğlunu da acıyı da kucağında büyük bir zarafet ve güçle taşıyor. Oğlan ağlayınca sıkı sıkı sarılıyor, gülümseyince geri gülümsüyor. Çok iyi yazılmış bir şiir gibi veda ediyorlar. İçten, sahici bir acı ile ve yaşamın ne olduğunu bilerek.
Arkalarında duran insanlara bakıyorum, anne yorulsa, yıkılsa, ki en büyük hakkıdır, oğlanı hop diye kucaklayıp taşıyacak anneyi tutup kaldıracak çok insan var. Ne güzel... Gülümsüyorum.
“İyi olacaklar...” diyorum içimden, “iyi olacaklar…”
YORUMLAR