Sevgililer ne için var?
Belki de bu konuyu konuşmaya şuradan başlamamız gerekiyor: Sevgililerimizi nasıl seçiyoruz? Artık herhalde bunun bilinçli ve kontrolümüz dahilinde bir seçim olmadığının hepimiz farkındayız: “Sevgilinizi neden ve nasıl seçtiniz?” diye sorsam, kuşkusuz hepiniz tutarlı bir hikaye uydurursunuz. Ama hayat tecrübemiz daha derin daha bilmediğimiz bir mekanizma ile bu seçimlerin yapıldığını kulağımıza fısıldar. Emlak alır gibi sevgili seçilmez. Bu nedenle “gönül ferman dinlemez”, “kalbin istediğinden sual olunmaz”; bu nedenle seçtiğimiz adam ya da kadın çoğu zaman akla mantığa sığmaz. Seveceğimiz kişiyi biz seçemeyiz. Nokta. O seçilir.
Takdir edersiniz ki bu konu en çok çiğnenmiş sakızlardan biridir. Bilim, sanat, spiritüellik, felsefe, psikoloji, büyü, astroloji... Hepsi bu muammayı evirip çevirmeyi çok sever. Kontrolümüz altında bir seçim olmasa da seveceğimiz kişiyi nasıl ve nereden doğru seçtiğimize dair yürütülmüş anlamlı fikirler var. Anlamlı olduklarını duyduğumuzda içimizde bir yere dokundukları için biliriz.
Bunlardan sadece birini bu yazıya konu edeceğim.
Yıllar önce Vivian Broughton’un bir grup aile dizimi çalışmasına katılmıştım. O gün 30-40 kişilik bir gruptuk ve 5-6 kişinin aile dizimi yapıldı. Ben de o 5-6 kişiden biriydim. Vivian çiftlerle de çalışan bir terapist. Tüm gün süren çalışmadan Vivian’ın çiftlerle ilgili bir yorumu kalbime işledi: “İnsanlar nasıl eşleşiyorlar?” diye sordu Vivian tüm gruba, “Seni ona, onu sana çeken ne?”
Sonra da kendisi bu soruları cevapladı. “Eğer birine doğru çekiliyorsan ona içsel olarak şöyle diyorsun: Benim acımı görür müsün? Benim travmamı çözmeme yardım eder misin? Benim yaramı iyileştirir misin?
Söylediği hiç bir şeyi hiç bir yere not almadım. Bu sözler söylendiği şekliyle, söylendiği an kalbime düştü, zihnime kazındı. Söylendikleri an doğru olduklarını biliyordum. Ama Vivian, sözlerine daha sonra şöyle devam etti.
“Tüm bu arzuların geçekleştirilmesi mümkün değil. Bunu çalıştığım çiftlerde her zaman görüyorum. Çiftler arasındaki en büyük sorunlardan biri bu. Kimse senin yerine seni iyileştiremez. Kendi yaralarımızı kendimiz sarmamız gerekir. Bunu başkasından bekleyemeyiz.”
Bu cümleler de bugün gibi aklımda. Söylenenlerin bu ikinci kısmının bende büyük bir hayal kırıklığı yarattığını hatırlıyorum. Vivian Broughton, kredibilitesi yüksek bir terapist. Ama daha söylenirken bu sözlerin doğru olmadığını biliyordum, “Kendi yaralarımızı kendimiz sarmamız gerekir” düşüncesini hiçbir zaman içime sindiremedim. Ama işte koskoca Vivian Broughton öyle diyordu. Benimse ise sadece avucumda içimden gelen bir his vardı. Ne psikoloji bilgisi, ne vaka tecrübesi, sadece bir his.... Beni tanıyanlar bu “bir his” ile ilişkimi bilirler. O his varsa, benim için alemi cihan karşısında birleşse fark etmez. İçimde doğan o bir hisin benim için gezegendeki tün vaka tecrübelerinden daha yüksektir kredisi.
Gene de bir sorgulama içine girdiğimi ve kendimi çok yalnız hissettiğimi hatırlıyorum. Bu yolu yalnız mı yürümek zorundaydık? Yaralandığımızda yalnız değilken, denklemde yaralayanlar varken; yaraları sararken neden yalnız olmamız gerekiyordu? İki kedi gibi birbirimizin yaralarını yalasak olmaz mıydı?
Bu konun benim için neden bu kadar derinden önemli olduğunu o gün anlamadan içimdeki hisse tutundum. Çok uzun zaman sonra bir ilişkide iyileşmek ve iyileştirmekle ilgili bir çocuklu fantezim olduğunu anlayacaktım.
Vivian Broughton’un aile diziminin üzerinden epey zaman geçti. Bu kez Amerikalı nöropsikolog Stan Tatkin Türkiye’ye geldi. Stan, daha da büyük bir topluluğa bir seminer veriyordu. Bize baktı ve şöyle dedi. “Sevgilin yaralandığı zaman sen orada değildin, onu sen yaralamadın ama o çok eski acıdan artık sen de sorumlusun. O eski yaraları sarmak için ya birbirinize yardım edeceksiniz ya da o yaralar ilişkinizi her ikiniz tarafından da yavaş yavaş kemirecek”
Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. Duyduklarıma sevinçten inanamayıp o gün yanımda oturan Psikolog Nilüfer Devecigil’e dönüp teyit ister gibi, “Sence bu doğru mu” diye sormuştum. Nilüfer bana gülümsemiş, “doğru olmaz olur mu Esra’cım, ben her gün buna şahit oluyorum” demişti.
Şimdi Nilüfer Devecigil’in yeni çıkan kitabı elimde. O gün Stan’den duyduklarımı daha da detaylı okuyorum. Tüm bu hisleri kitap geri çağırdı. “İlişkilerde kırılırız” diyor Nilüfer, “ilişkilerde iyileşiriz”. Nilüfer’in kitabındaki çift birbirlerinin çok eski yaralarını, benim senin demeden kedi gibi yalarken aklıma tamamen unuttuğum,çok sonradan keşfettiğim o çocukluk anım tekrar geliyor.
7-8 yaşlarındaydım. Oturduğum sokakta yürürken yerlere dağılmış yüzlerce bilye önüme çıktı. Birisi bu özenle biriktirilmiş bilyeleri acımasızca soka atmıştı. Kafamı kaldırdım. Binanın birinci katındaki balkonda bir köşeye büzüşmüş benim yaşlarımda ağlayan bir oğlan çocuğu gördüm. Dünyanın en hüzünlü oğlan çocuğu... Bacaklarını göğsüne çekmiş başını bacaklarına gömmüştü... Ya annesi ya babası bilyelerini kim bilir neden balkondan aşağı atmışlardı.
O an ne düşündüğümü ne hissettiğimi hiç hatırlamıyorum. Ama o gün öğrenmiş olduğumu şimdi anlıyorum. Yalnız olmadığımı, oralarda bir yerlerde bilyeleri sokağa atılmış bir oğlan çocuğu olduğunu... Bir gün bir birimizi bulursak o bilyeler için başını okşamam gerekeceğini... Bilmeden o kısacık anda dünyanın en hüzünlü oğlan çocuğu ile birbirimize söz verdiğimizi. “Büyüyelim, birbirimizi bulalım, sen beni iyileştir, ben seni iyileştireyim” dediğimizi.
Sevgililer bence bunun için varlar. Eğer bunun için yoklarsa, zaten yoklar.
Benim için çift olmanın anlamı, artık o balkonda yalnız olmamak. Eğer evliysen ya da sevgilin varsa ama hala o balkonda yalnızsan, o zaman bir çift olmuş olmuyorsun. Hala sevgilisi olan bir tek oluyorsun... Çift olmak ne demek diye sormuştu bir arkadaşım; hiç düşünmeden ağzımdan şu cümle çıkmıştı. “beni biz yapan duygular ve olaylar silsilesi...”
Biz olmak için de o balkona çıkmanız, o hüzünlü oğlan çocuğunun yanına oturmanız, “geldim canım, artık yalnız değilsin” demeniz gerekiyor.
80’li yıllarda o balkonda gerçekten ağlamış olan çocuğa sonra ne olduğunu doğrusu pek düşünmedim. Her bir balkonda böyle bir tane çocuk olduğunu anlamam uzun sürmedi. Her yerdeydiler. Doğrusu aklı başında insanlar olarak bir birimize yardım etmek için ne beklediğimizi hiç bir zaman anlayamadım.
Sevgili ne için var?
Hadi sen beni bul, ben seni bulayım... Sokaktan birbirimizin bilyelerini toplayalım.
YORUMLAR