Mutlu olmayı kimler hak eder?
41 yaşımı sürdüğüm şu günlerde, açık ara hayatımın en mutlu günlerini yaşıyorum. “Ne oldu da hayatında mutlusun?” derseniz. Hiçbir şey olmadı. Hayat aynı akıp gidiyor. Bu günlerde kendimi Eckhard Tolle’nin ünlü sözünün yaşam bulmuş hali gibi hissediyorum; “If you get the inside right, the outside will fall in to place”, “İçerisi doğru olursa, dışarıdakiler zaten yerini bulur”
İçeriye yönelik yıllardır ama özellikle son 3-4 senedir verdiğim emeğin mürvetini görmeye, tadını çıkarmaya başladım. Dışarıda olup bitenler de kendiliğinden yerini bulur oldu. Umduğum şekilde değil, bazen hiç ummadığım şekilde. Umduğum yere doğru değil, bazen başka yere doğru... Ama hani bir şey yerini bulunca “hah” dersiniz ya, öyle sık sık “hah” derken bulur oldum kendimi.
Peki, ne demek içeriye yönelik çalışmak?
Öncelikle neler yapmadığımı söyleyeyim:
*Bardağın dolu kısmını görmedim
*Pozitif düşünmedim
*Evrene pozitif mesajlar yollamadım
*Başkalarının benden büyük dertlerini görüp kendimi karşılaştırmalı iyi hissetmedim.
*İyilik edip iyilik bulmadım
*Mutluğu içimde aramadım
Benim deneyimim o ki bu saydıklarım hala dışarıdan medet ummalar.
Bu yazıda size iç dünyamıza yönelik çalışmalarla bilgilendirme yapıp, tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Zira kendi yolumu buluncaya kadar çok denedim yanıldım ve eğer beş yıl önce birisi böyle bir yazı önüme koysaydı çok çok memnun olurdum. Arayıp da bulamadığım yazıyı sizler için yazmaya karar verdim. Bulduğum hazineleri paylaşmak istedim.
Bu bilgilerin bir kısmı uzmanı olduğum, yetkin olduğum alanda olacak (Mindfulness, yoga, meditasyon kısmen Organic Intelligence/ Somatik Deneyimle) Bir kısmı ise uzman olmadığım ama danışan olarak çok uzun yıllara dayanan önemli bir tecrübem olan alanda. (Psikoterapi) Dolayısıyla psikoterapi ile görüşlerim, bir danışanın kişisel deneyimi ile sınırlıdır. Bana göre easen de bu nedenle çok daha önemlidir.
Eğer iç dünyanıza yönelik bir çalışma yürütmek, kalbinize daha yakından bakmak, kendinizle samimiyetinizi artırmak istiyorsanız bunun iki yolu yordamı var.
İlki zihnin ve varoluşun doğasını anlamaya yönelik çalışmalar. Bu çalışmalar sizin olduğunuz “kişi” ile ilgilenmez. İyi ya da kötü biri olmanız, işiniz, gücünüz, anneniz, babanız bu çalışmaların alanı değildir. Çocukluğunuzla ilgili acı dolu bir anı canlandığında, canlanan bu anın kendisi ile ilgili değildir. Anın canlandığı gibi yok olduğunu idrak etmekle ilgilidir. Zihnin ve varoluşun doğasına yönelik neredeyse bilimsel bir araştırma gibilerdir. Bir merak duygusu ile insan denen varlığın zihnin doğasını anlama yönelik çalışılır ve zihnin doğası kendini size belli etmeye başladıkça, varoluşla ilgili sezgisel bir bilme başlar. Varlığınızda ev sahibi kim, misafir kim? Bunun tasnifi yapılır. Kendiliğinden bir özgürleşme doğar. Ve bu özgürleşme kesinlikle kaf dağının arkasında seçilmiş birkaç insana kısmet olan bir özgürleşme değildir. Sokaktan geçen her insan için ve kolaylıkla mevcuttur. Sadece doğru çabanın gündelik tekrarında sebat etmek gerekir.
Yoga, meditasyon. Mindfulness bu alana girer. İlk guruptaki çalışmalar kişinin sorunlarını çözmeye kalkışmaz, hatta amacı tabiri caiz ise “kişi” olma yükünden sizi kurtarmak, var olmanın kişi olmadığınız alanını size açmaktır.
İkinci grup çalışmalar, kişi olarak sizinle ve içeriğinizle ilgilidir. Her türlü psikoterapi bu alana girer. Çocukluğunuzla ilgili canlanan anıyı, yaşadığınız çatışmalar, günlük dertleriniz konu edilir. Çoğunlukla sizin anlattığınız hikayeler üzerinden özellikle travmatik, acı yaratan içeriğinizle çalışılır. Bu çalışmalar kapsamında uzun yıllar boyunca, cognitive terapi, emdr, psikanalizi ve Aile Dizimini denedim. En çok iki yıl boyunca haftada 3 gün devam ettiğim psikanaliz seanslarından ve EMDR’dan faydalandım. Aile Dizimi’nin de çözümleri tamamlamada değilse de başlatmada büyük katkısını gördüm. Dürüst olmam gerkirse cognitive terapinin hiçbir faydasını görmedim. Cognitive terapi nedir diyecek olursanız, genellikle haftada bir terapistle karşılıklı oturup mantık çerçevesinde sorunlarınızı konuştuğunuz terapi çeşitlerinin hemen hepsi bu terapiye giriyor ve ne yazık ki bildiği kadarıyla en yaygın terapi şekli.
Bilin bakalım Neden? Çünkü kolay! Durduğunuz irrasyonel yerden rasyonel ve farklı bir bakış açısı duymak ilk başta iyi geliyor, ama sorunun köküne yönelik kanımca hiçbir iyileşme sağlanmıyor. Bana göre bu tür bir terapi pansuman ya da ağrı kesici niteliğinde. Eğer çok zor bir dönemden geçiyorsanız, duyulmak, anlaşılmak bile iyi geleceği için faydalı olabilir. Ama o dönem atlatıldıktan sonra, elinizi taşın altına koymak ve ağrı kesiciyi bir kenara bırakıp ameliyat için masaya yatmak gerekiyor. Herkes hayatının en zor döneminde terapiye gider. Pansumanını olur, ağrı kesicisini alır. Sonra o dönem atlatılınca arazi olur. Halbu ki terapi esas bir sorununuz olmadığında başlar. Kişi olarak kendi hikayenizin gözünün içine bakacak ruhsal gücünüz olduğunda. Kriz anında olan terapi değil kriz yönetimidir.
Sizin için doğru terapisti bulmak çok zordur, belki birkaç kapı gezmek gerekebilir. Belki bir süre size hizmet eden bir terapi ya da terapist bir süre sonra artık etmiyor olabilir. Yılmayın, deneyin.
Hem ilk yolu hem ikinci yolu izleyen benim bildiği yegane iki yöntem Organic Intelligence ve Somatik Deneyimlemedir. Bu iki yöntem hem kişi olarak sizin içeriğinizle, travmalarınızla çalışır hem de bunu hikayeler üzerinden değil beden hafızası üzerinden yapar. Hem kişinin travmasını entegre etmekle ilgilidir, hem de “kişi” olmanın düşüp bir varlık olarak kaldığınız o alanı araştırır. Sinir sisteminiz önce, geçmiş ve geleceğin olmadığı şimdiki zamana uyumlanır, sonra onun verdiği ruhsal güçle, travmanın gözünün içine bakılır.
Benim kanaatim bu iki tür çalışmanın da birbirini tamamladığı ve biri olmadan diğerinin eksik kaldığı yönünde. Ama eksik hiçten her zaman iyidir.
Her türlü sanatı da bu iki çalışmaya ek olarak söylemeliyim. Yazdığım iki roman benim için kendimle en derin düzeyde birer karşılaşma oldu. İyi yapmak yapmamanın ötesinde sanatsal faaliyetlere bir de bu gözle bakmanızı öneririm. İçinizin çekildiği her hangi bir yaratıcı çalışma varsa o çalışmaya adanarak sarılın.
İç dünyamıza yönelik çalışmalar kolay değiller, vazgeçmek çok kolay. Meyvelerini zamanla veriyorlar. Uzun süre taş kıpırdamıyor. Israr gerekiyor. Zaman yok, para yok... En popüler bahanelerdir. Kimse ödüm kopuyor, kendi kalbimden korkuyorum demez. Ama gerçek budur, insanlar kendi kalplerinden korkarlar. Donan yerler çözülüp hissetmeye başladıkları an koşarak kaçarlar.
Mutlu mu olmak istiyorsunuz? O zaman kolları sıvamanız gerekiyor. Yaza çıkarken yapılan bir bahar temizliği gibi kendi iç dünyanızın tozlarını almanız gerekiyor. Maharaj’a sormuşlar, “herkes mutlu olmayı hak etmez mi?” Maharaj “hayır”demiş. “Mutlu olmayı sadece onun için çalışanlar hak eder”
YORUMLAR