Başka bi Nemrut, başka bi İbrahim




Güneş batıyor.


Düşünsene, ölümsüzsün. Havalı tanrıların tümünü, doğu-batı karışık, almışsın, kendin de ortalarına kaynamışsın. Aşağıdaki sonsuz ovalarda millet sittin senedir birbirini doğruyor. Sen panpalarınla kocaman ama kocaman gözüken güneşin doğuş ve batışını izliyorsun. O tonlarca ağırlıktaki heykelleri 2150 metredeki ıssız tepeye koydururken kaç kişinin kanına girdi, bilemiyorum. Öyle ya da böyle, bi şekilde unutulmaktan yırtmış reyiz.


İsmimdeki İbrahim, küçük amcamdan geliyor. Onu da Baran’ı da annem seçmiş. Baran bi şiirden alınma. Hem de Farsça. Bunları bilmeden bile severdim Baran’ı, öğrendikten sonra, of yani. İbrahim ise Tatlıses’i hatırlatırdı hep. Okuldaki çocuklar "İbo", "İbraam" falan diye dalga geçerlerdi, kızardım anneme, tek isim yetmez miydi?


Çocukluğumdan itibaren annemden dinledim İbrahim Amcam’ı. Babam az konuşan bi adamdı, bu konuda da pek anlatmadı. Arada bir İstanbul’daki halama, amcama sorardım. Hep anlatılan, başka bi adam olduğuydu. Peygamber gibi, iyi bi adam. Tanımadan bi ayrı sevmeye, özlemeye başladım amcamı.




Malatya’da, Elazığ’da, köyde, sorabileceğim kadar sordum insanlarda ondan kalanları. Hem babamın hem de amcalarımın arkadaşı, İbrahim Amcam’ın yaşıtı ve sınıf arkadaşı Nebi Amca’yı buldum mesela. Eskiden olsa çekinir, gerilir, utanır, üşenirdim. İyi ki değiştim azıcık. Yaşar gibi dinledim anlattıklarını. Çok olmasa da öğrenebildim bişeler.


İbrahim Amcam haksızlığa gelemezmiş hiç. Karnesinde bi tane zayıf geldi diye çok ağlamış küçükken. Elinden bissürü iş gelirmiş. Denermiş ve iyi yaparmış. Bağları ve toprak kovandaki arılarının balı meşhurmuş. Köyde hiç küs bıraktırmazmış güzel amcam. Ne yapar, eder, barıştırırmış mutlaka hepsini. Kimseleri kırmazmış, kıranları affedermiş, kızanları yatıştırırmış. Abileri, kardeşleri üzerine titrerlermiş. Bi gün, köydeki bi az akıllı, birilerinin yalanıyla gaza gelip vurmuş amcama, burnunu kanatmış. Babam birkaç saat sonra dönmüş köye, öyle almış haberi. Evdeki tüfeği aramaya koyulmuş. Büyük yengem koşup haber vermiş az akıllıya, kaçsın diye. Kimselere ilişmeyen babam, 2 ay tüfekle aramış herifi. Neyse ki tamamen akılsız diilmiş, Keban’da bi köye kaçmış. Valla iyi ki de kaçmış. Geleceğe Dönüş’te fotoğrafın silindiği sahne geldi aklıma dinlerken : ) Severek evlenmiş amcam. Yengem de onu severmiş. Garip bi ailesi varmış yengemin. Amcamın taziye evinden zorla eşyaları kaçırmışlar. İnsanların altlarındaki döşekleri bile almışlar. Taziyeye gelenler ortada kalmış, o derece. Öyle olunca yengemle de kopmuş bağlar. Bissürü ayrıntıdan mahrumum o yüzden.


27 yaşında ölmüş amcam kanserden. İstanbul’da yatmış hastaneye. Son zamanlarında bizde kalmış. Abim yaramazlık yapıp burnuna vurmuş bi kez, kanamış. Annem tam büyük kızacakken durdurmuş amcam. Abimin birkaç fotosu var beraber. Ben yetişememişim. İsmi kaptım ama. Her şeyde bi hayır varmış gibi takılmak istiyorum.


Büyük amcamın kızı Zahide Abla, ailenin arşivi gibi. Dede evindeki şeylerin çoğunu o korumuş. Bizim çekirdek aileden kimsenin görmediği fotoları çıkardı. Babamın lise halleri, demiryolu günleri, Yavru ile Katip taklitleri, İbrahim Amcam’ın az ve öz fotoğrafları ve diğerleri. Babaannemin fotoğrafı yok. Hikayesi bile yok doğru düzgün. Kadınlara yapılanlar… Kadınlara yapılmayanlar… Duyguları hüzün, mutluluk, kızgınlık, çaresizlik, merak vs. diye ayırasım yok şu an. Tek diyeceğim, çok yoğunlardı. Bi de sanırım, yolculuk öncesinden çok beyaz var sakallarımda.




Köyde Gündüzler’in yattıkları mezarlığa gidiyorum. Dedem, babaannem, büyük halam ve İbrahim Amcam’ınkilerde taş ya da isim yok. Kayısı bahçesinin az yanına gömmüşler hepsini. Birisi zambak dikmiş bi mezarın başına. Sonra bütün Gündüz mezarlarını sarmış zambaklar. Baharda bembeyaz açar, mis gibi kokarlarmış. Aklıma Rohan krallarının mezarlarında biten simbelmyne çiçekleri geldi. Birkaç soğan/tohum alıyorum. Fide yapıp, babamın mezarına da dikmeye niyet ediyorum.


Kral soyu olmasak da Kızıluşağı Köyü’nde "Aile Sıra No:1" gözüküyoruz. Afilli mezarlarımız, heykellerimiz olmasa da isimlerimiz ve kelimelerimiz var unutturmamak için.


1,5 saat önceden uyanıp Nemrut’un yakınlarındaki otelden ayrılıyoruz. Kimseler yokken yola düşüp, galaksileri, kayan yıldızları izliyoruz Cemile Halam'ın küçük oğlu Ayhan’la. Gezi’den, İbrahim Amcam’dan, abimin oğlu küçük Aslan’ın sonsuz yaramazlıklarından konuşuyoruz. Arada rica ediyorum Ayhan’a, “Sessizliği dinleyelim mi azıcık Ayhan? Ben sessizliğe de yıldızlara da çok hasret kalıyorum şehirde.”


Tanrılar ve Kral’ın suretleri dahil her yer kızıl. Rüzgar kalın giyinmemiş olanları titretiyor. Turistler gürültü yapmakta ısrar etseler de kuşlar çok güzel ötüyorlar. Burası sınırmış. Doğu ve batının, Pers ve Roma’nın ayrıldığı ve birleştiği yer burasıymış. Aşağımızdaki sonsuz ova da, bereketin ve kanın, ölümün ve yaşamın birleştiği ve ayrıldığı yer. Her şeyin ve her yerin ortasındayız, biraz da tepesindeyiz sanki.





Güneş doğuyor.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.