Bir ayenci hikayesi

"Kiraza dalaan vaaar!"


"Piçlik yapma lan! Gelecek şimdi adam."


"Hehehe. Kiraza dalaan vaaaar!"


"İniyorum lan aşağı Mesut."




Deyip kiraz atıyor Mesut'un kafasına. Mesut da taş atmaya başlıyor. Bu itoğluiti bi daha getirmeyecekler ağaca dalarken, yeminler ediyor, küfürler yeminler birbirine karışıyor.




"Sahibi geldiii! Kaçııın!"




Kirazlar döküle saçıla atlıyorlar ağaçtan. Sahibi göbekli ama fena koşuyor. Mesut'un yüzündeki piçlik yerini g.t korkusuna bırakmış, hepsinden hızlı kaçıyor. Dıtdıdıtdıdıtdıdıdıdıt diye bi ses geliyor. Ses yükseldikçe yükseliyor. Mesut koşmayı bırakıp oynamaya başlıyor. Göbekli sahip de kovalamayı bırakıp göbek atıyor. "Noluyo lan?!" derken kendi kollarını da havada görüyor, parmakları şıkır şıkır. Parmaklarına bakarken gökyüzü kararıyor. Kiraz ağacı, arazinin dandik çitleri ortadan kayboluyor. Mesut gitmiş, yerine deri etekli, file çoraplı, küt saçlı sarışın gelmiş. Hatun şuh bakışlarla yanına yaklaşıyor. Sesin ritmi değişiyor. Dıt dıt dıt dıt dıt dı dııt dıt dıt dıt dıt dıt dı dııt. Loş ışıklar, tekno müzik. Küt saçlı hatuna, saçını, yüzünü, bütün çıplak vücudunu upuzun, kırmızı bi şalla sarmış kadın ekleniyor. O da yanaşıyor dibine kadar. Müziğin şiddeti artıyor. Burnu küt saçlının boynunda, eli kırmızı şallının belinde dans ediyor. Arkadan rastalı siyah bomba sarılıyor. Kendinden geçmiş haldeyken Mesut'un sesi geliyor boğuk boğuk, "Sahibi geldii! Kaçııın!"



Ereksiyon halinde alarma uyanıyor. Sahip geliyormuşcasına eşyalarını çantasına tıkıştırıyor hızlı hızlı. Tam içeri seslenecekken kadın kapıdan giriyor. Odadaki kalkmış unsurlara bakıp gülümsüyor. "Haremini görmüşün yine?" Utanarak yarım ağız gülümsüyor adam. "Darısı başına." Kadın da utanıp saçının ardına saklanıyor sırıtarak. Utangaç şehvetliler birbirlerine takıla takıla evden çıkıp, minibüsün kalkacağı meydana yürüyorlar.




Ayenci kasabasına kış gelmiş sonunda. Sıkı bi soğuk ve fırtına eşliğinde varıyorlar meydana. "Azıcık vaktimiz var, bi çorba içelim mi? Yolun uzun, acıkırsın." diyor kadın. Kafasını evet anlamında sallıyor adam. Gözlerini kadının gözlerinin içine dikiyor. Ruhun aynalarından ruhun aynalarına yüzlerce sayfalık ifadeler aktarılıyor birkaç saniyede. Saatlerine bakıp, hızlı hızlı yürüyorlar çorbacıya. Günaydınları değiş tokuş edip kapıya en yakın masaya oturuyorlar. Hızlısından birer mercimek söyleniyor.




Karşıda Seyirceng Dağı, bu defa göstermiyor gül cemalini. Karlarını sergileye sergileye, tüm heybetiyle "Hoş geldin." demişti oysa geçen gün. Gece içtiği ev şarabından henüz ayılamamış Sedat sallana sallana koyuyor çorbaları masaya. Mırıl mırıl söyleniyor bi yandan, "Bi daha bu herifin yaptığı şarabı içeni Ayenci meydanında s...inler." "Ne söyleniyon lan Sedat mırıl mırıl?" "Salih'in şarabı diyorum Ali Abi. Elinin ayarı yok p...vengin. Perişan olduk yine."



O sırada kapı hızlıca açılıyor kendiliğinden. Dışarının soğuğu, rüzgarı doluyor içeriye. Adam kalkıp kapıyı kapamaya yelteniyor. Aşçı Ali müdahale ediyor hızlıca, "Dur kardeş, Hüseyin Abi geldi, kesme yolunu." Biraz da şaşkın, "Allahalla, yağmur olunca gelirdi normalde." Adam kadına, kadın adama bakıyor. Ali bölüyor bakışmayı, "Kardeş sizi arkadaki masaya alalım. Hüseyin Abi'nin masasıdır o. Kusura bakmayıverin abla. Sedat sen de mırıldanmayı kes, getir Hüseyin Abi'nin çorbasını, adam uzun yoldan geliyor."




Adam ve kadın geçiyorlar arkadaki masaya ikiletmeden. Sedat boş masaya çorba kasesini, tuzluğu, kaşığı getiriyor. Minibüse yetişmek için aceleyle çorbalarını içen kadın ve adam, bi yandan da göz ucuyla eski masalarını süzüyorlar. Masada hareket yok. Kase, kaşık, tuzluk Sedat'ın koyduğu yerde aynen duruyorlar.




"Olm kaç kere hatırlatıcam lan. Getirsene şu adamın pul biberini. Bibersiz içmez, biliyorsun; bağrı yanık adamdır Hüseyin Abi." Adam ve kadın gözleriyle gülüşürken Sedat pul biberi koyuyor masaya. Çın sesi geliyor. Kaşık kase ile temas ediyor. Ardından hüpürdetme sesleri. Hüseyin Abi başlıyor çorbasını içmeye.


Adam kadına yarım saat sonraki minibüse binerse yetişip yetişemeyeceğini soruyor. Kadın iki elini havaya kaldırıp bilmediğini gösteren komik bi surat yapıyor. Adam kadının hem bu kadar ateşli hem de bu kadar çocuk oluşuna milyonuncu kez şaşırıp, boşluğa dalıyor. Dünyaya dönebildiğinde, bi sonraki minibüse binme kararını duyuruyor. Gevşiyor, çorbanın üstüne birer sade kahve söylüyorlar.



Hüseyin Abi'nin kasesi bitiyor. Sedat özenle kaseyi, kaşığı, tuzluğu, biberliği topluyor. Masada bi avuç alıç beliriyor. "Mutlaka hesabı öder Hüseyin Abi." diyor Ali, adam ve kadına fısıldayarak. "Bazen alıçla öder, bazen kuru yaprakla. Genelde daş getiriyor. Bi keresinde taze s...lmış b.k getirdiydi. Gidene kadar bişe yapmadık. Uzaklaştığını anlayınca temizleyebildik anca. Masa, salon hep koktu kaç gün. Öyle b.k bilmem ben. Kendi mi s..mış öbür dünyada, napmışsa artık bilemedim."




Kapı önceki gibi yine aniden, hızla açılıyor; içeriye doluyor yine soğuk ve rüzgar. Sedat'la Ali, "Allah'a emanet abi, yine bekleriz." diyorlar ayağa kalkıp. Kadın el sallıyor, adam elini kalbine götürüyor. Sedat'la Ali işlerine dönecekken kapı tekrar açılıyor. Bu defa onlar bile şaşkın.




Kadın ve adamın masasında da bi avuç alıç beliriyor. Adam ve kadın ellerini kalplerine götürüyorlar, tüyleri diken diken. Boşluktan hüzünlü, garip bi ses dolmaya başlıyor salona...




"Kuşların


Ve hurdacıların


Seslerini donduran ayaz


Maviş boncukların ve güneşten buklelerin


Huzursuz güzeline


İşlemiyordu


Tahran'ın


Ve İsfahan'ın


Boynu bükük koyunları


Seve seve verdiler


Bedenlerinin


En yumuşak ve en sıcak parçalarını


Şaraptan ve taştan şehrin


Hülyalı ecesi


Cennetine


Cehennemine


Üşümeden dalabilsin diye


Ve ateş bir kez daha


Tanrıların sofrasından vazgeçti


Ateşlikten de


Renk oldu sadece


Süsleyebilmek için kar tanesi gerdanı."




Kapı yeniden, bu defa sakince açılıyor. Alıçların yanında belirmiş birer iğdeye dalmış halde duruyor kadın ve adam. Gözlerinde nedenini bilmedikleri gözyaşları.





Olanlarla kalakalmış Ali yavaştan kendine geliyor.





"Hüseyin Abi evliya gibi insanmış. Onu gören kasabalı, kadın, erkek, çocuk, yaşlı mutlu olur, neşeyle dolarmış. Bi gün gönlünü Şehriban Abla'ya vermiş. Gönül işte, padişahın şeyini bile dinlemez derler hani. Cicim zamanı çabuk geçmiş kardeşler. Şehriban Abla dayanamamış herkeslerin Hüseyin Abi'yi, Hüseyin Abi'nin herkesleri sevmesine. Maraz çıkarmaya başlamış. "Kadınlarla konuşma." demiş önce. Ağlamış, yalvarmış, nedenler saymış. Öksürmeye başlamış sonra. "Verem oluyorum bana ettiğinden." deyip durur olmuş. Hüseyin Abi evliya gibi adam, kalbi sızlamış sızım sızım. "Konuşmam daha yemin olsun." demiş. Şehriban Abla'nın marazı bitmemiş. Önce erkeklerden, sonra çocuklardan da koparmış Hüseyin Abi'yi. Hüseyin Abi her şeye taman demiş. Başlamış taşla, otla, kuşla konuşmaya. Taşı ota eklemiş, otu kuşun kanadına işlemiş. İnsanla muhabbeti kesilince öyle sunmaya başlamış güzelliğini. Şehriban Abla dayanamamış ona bile. "Benden çok seviyorsun onları!" demiş öksüre öksüre. "Bak, verem ettin beni üzüntüden." Kuşu öldürmüş, otu yakmış, taşı gömmüş. Hüseyin Abi bişe demeden dışarı çıkmış. Dışarısı da yağmur boran. Üstü başı sırılsıklam, dertli dertli bizim dükkana gelmiş. O zaman ben çocuğum daha, babam bakıyor bu dükkana. Önüne bi tas çorba koymuş. Hüseyin Abi, çorbanın başına oturmuş, konuşmadan, yemeden dükkan kapanana kadar kalkmamış. Sonra her yağmurlu havada Hüseyin Abi gelir olmuş. Babam her defasında önüne bi tas çorba koymuş, Hüseyin Abi her defasında konuşmadan, yemeden dükkan kapanana kadar oturduğu yerde oturmuş. 40 küsur sene önce bi gün yine yağmurda çıkmış dışarı. Dertli dertli yürürken belediyenin açık bıraktığı çukura düşüp ölmüş. Bütün köy toplanmış cenazesi için. Şehriban Abla bağıra bağıra ağıt yakmış cenazesinde. "Sevmedin beni!" diye dövüp durmuş garibanın tabutunu, "Ölerek verem ettin beni!"




"Öf!" çekiyor adam. "Sevgini s...yim be!" diyor, artık dayanamayıp. Kadın dalmış gitmiş durumda.




Sedat, "Kardeş, sonunu da dinle." diye sesleniyor. Ali devam ediyor.


"Hüseyin Abi hakkın rahmetine kavuştuktan 40 gün sonra, dışarısı yağmur çamurken, bizim dükkanın kapısı aniden açılıyor. Babam, artık nasıl konuşmadan anlaştılarsa yıllarca, anlıyor Hüseyin Abi'nin geldiğini. Koyuyor her zamanki masasına çorbasını. Bu defa yanına pul biber de bırakıyor. "Pul bibersiz içilir mi lan bu çorba!" diye gürlüyor boşluktan bi ses. "Acıkmışım yahu." diye söylenip kaşıklamaya başlıyor avuç avuç pul biber ektiği çorbasını. Babam rahmetli oldu yıllar önce, o gün bugündür de benden içer Hüseyin Abi çorbasını."




Sedat son kez tamamlıyor Ali'yi, "Şehriban manyağını sorarsanız, hala sağ; veremi geçtim, kuru öksürüğü bile kalmadı. Hüseyin Abi'den sonra 3 koca daha gömdü."




Hesabı ödeyip kalkıyor kadın ve adam. Tam kapıdan çıkarken kadın, Ali'ye soruyor, "Peki okuduğu şiiri kimin için yazmış?" "Ne bileyim abla ben. Kaç yıldır çorbasını eksik etmem, bana bi defa bile iğde vermişliği, şiir okumuşluğu yoktur. Siz sorun artık onu da bi dahakine."




Sıkı sıkı sarılıyorlar adam minibüse binmeden. Adam kadının gözlerinden öpüyor. Kadın, gözlerini adamın gözlerinin içine dikiyor. Ruhun aynalarından ruhun aynalarına yüzlerce sayfalık ifadeler aktarılıyor birkaç saniyede.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Kaleminize sağlık o kadar azki çok lezzetli bi yazı olmuş
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.