Güç verilir mi yoksa alınır mı?
Hayat bana birçok kereler gösterdi ki, teori ile pratik genelde birbirini pek tutmuyor. Örneğin, hepimiz ehliyet alırken teorik olarak belirli kuralları öğrendik; yol geçiş üstünlüğünün kimde olduğu, hangi durumlarda yayalara yol verilmesi gerektiği vs. Ama gördük ki, araç kullanırken bu kurallar başka işliyor ve yol hiç verilmiyor ancak ve ancak alınıyor. İşte tıpkı bu örnekte olduğu gibi iş hayatı ile ilgili teorik bilgilerin birçoğu da pratikte tutmuyor. Aslında, tutmaması da çok normal. Çünkü, iş hayatı her ne kadar belirli süreçler, mekanizmalar ve kavramlar etrafında dönse de bütün bu süreçleri, mekanizmaları ve kavramları yaratan ve yöneten insan. Ve hiçbir insan birbirinin aynısı değil. Hepimizin bambaşka bir ailesi, okul hayatı, çocukluğu, tercihleri, hayat deneyimleri, kişiliği vs var. Hal böyle olunca da, teori ile pratiğin birbirini tutmaması da son derece doğal oluyor.
Organizasyonlardaki bağlılığı arttırma çalışmalarından biri olan çalışan güçlendirme (empowerment) kavramını ele alalım mesela. Tohumları ta 1930’larda atılan ve ancak 1980’lerde günümüzdeki anlamını bulan bu kavram, birçok farklı biçimde tanımlanmış olsa da, özetle; çalışanların, yaptıkları iş ve kendileriyle ilgili kararları verebilmeleri için ihtiyaç duydukları gücü ellerinde bulundurmalarıdır. Bu da üst yönetim ve/veya bağlı bulunan yöneticinin gücü vermesi ile gerçekleşir. Teorik olarak her ne kadar bu anlama gelse de pratikte iş hayatında pek de böyle uygulanmadığını görmek mümkün. Öncelikle, çok sık karşılaşılan bir durumdur ki, her çalışan gücü elinde bulundurmak istemeyebilir. Çünkü, güç beraberinde sorumluluk da getirdiğinden bu yükün altına girmek istemez. Ya da, yönetici gücü vermek ister ve hatta verdiğini zanneder ama bu sefer de işin her aşamasını kontrol etmeye başlar. Bir de, yönetici olmanın gücü elinde bulundurulmakla aynı anlama geldiğini sanan yöneticiler vardır ki, onlar zaten çalışan güçlendirme kavramına inanmazlar ama inanır gibi yaparlar. Çalışanlarına yetki verirler ama bu yetkilerin çerçevesi oldukça kısıtlıdır. Çalışanlarını kendilerini geliştirmeleri için eğitimlere yollarlar ama eğitimde öğrendiklerini uygulamalarına asla fırsat vermezler. Ve işin özünde; karar alan, itaat edilen ve güçlü bir yöneticinin bağlılığı arttırdığını düşünürler.
Benim gözlemim, ülkemizde bunun çok yaygın olarak görüldüğü yönünde. Ünvanlarımızı, sorumluluklarımızı, işimizi kişiselleştirdiğimiz ve hatta kişiliğimize yapıştırdığımız için, ne yetkilerimizi ne de gücümüzü ekiplerimize devredemiyoruz bir türlü. Bu durum, her ne kadar özgüvenli bir davranış yani kendinden başka birinin o işi gerektiği şekilde yapamayacağına inanmak gibi görünse de, aslında, son derece özgüvensiz bir davranıştır. O kadar baskı altında yetişmişizdir ki, aksini yapmayı bilmediğimiz için, karar aldıkça ve yetkiyi elimizde tuttukça güçlendiğimizi düşünürüz. Oysa bu son derece büyük bir yanılgıdır. Güçlü, özgüvenli ve saygın olduğumuzu zanneder ama aslında koçluk ve danışmanlık yapan yani gerçek bir yönetici olmak yerine sadece kararlar alan bir yönetici haline gelmişizdir. Bu yanılgıyı da sadece gücü gerçekten almak isteyen ve bunun için çabalayan bir çalışan yıkabilir. Tüm bunları düşününce ben çalışanlara gücün verilemeyeceğine, çalışanların bu gücü alabileceklerine inanıyorum. Size ilginç gelebilir ama bana sorarsanız çalışanlar yöneticilerini yönetebilirler. Hatta bunun birçok örneğini de bizzat gördüm. Yöneticimiz, gücü vermeye nasıl bakarsa baksın gücü alıp almamak bizim kontrolümüzdedir. İşte teoride her ne kadar çalışan güçlendirme yöneticilerin çalışana gücü vermesi olarak tanımlansa da pratikte çalışan isterse gücü alır isterse almaz. Yani unutmayın güç verilmez alınır!
İşinizde mutlu değil misiniz? İş hayatı ile ilgili öğrenmek istedikleriniz mi var? Ya da sadece fikirlerinizi paylaşmak mı istiyorsunuz? Öyleyse e-postalarınızı aşağıdaki adreslerden birine mutlaka bekliyorum.
isimlemutluyum@mujdeozenen.com
diyelim@isimlemutluyum.com
YORUMLAR