Ömrümü yedin şehir hayatı

Bu yazı sıkıntılı bir pazar gecesi, pazartesi sendromunun etkisi altında yazılmış olup içeriğinde, "acaba bir sahil kasabasına mı yerleşsek" hissiyatı barındırır.


***


İşlerini halletmek için koştur, biraz kendine vakit ayırabilmek için koştur, yemek, çamaşır, temizlik bir de bunlara koştur dur... İsyeeaaan edesim var, fenalardayım.Yavaşlamak, elime bir kitap alıp uzun uzun okumak, şu soğuk havalarda pijama, terlik, televizyon üçlüsüyle takılmak varken, sabahın sekizinde başlayan derslerime gün boyu devam etme zorunluluğunu iliklerimde hissediyorum. Peki ama ne için? Daha fazla para kazanmak, kariyer yapmak, daha iyi bir hayat yaşamak, istediklerime daha kolay ulaşmak için mi?


Bir düzene kapılmış savrulup gidiyoruz, aslında neye ihtiyacımız var fark edemeden, gözümüze sanki çok gerekliymiş gibi görünen şeylere sahip olmak, sahip olduğumuzda da sanki sonsuz ilahi mutluluğu yakalayacakmış gibi programlanan beyinlerimizle günler, haftalar, yıllar boyu çalışıp duruyoruz. Zaman zaman kafam fena halde atsa da, sevdiğim bir işi yaptığım ve arada alarm veren bedenimin farkına vardığım için kendimi şanslı hissediyorum.


Benim bir pilates stüdyom var ve orada hem hamilelere hem de diğer öğrencilerime gün boyu pilates dersleri veriyorum. Öğrencilerimdeki en önemli ortak özellik, yoğun stres yüzünden gerilmiş boyun ve omuz kasları, yorgun ve tıka basa dolu zihinleri sayesinde nefes almayı, beden farkındalıklarını kaybetmeleri. Kısacası akıl bir yerde, beden bir yerde, nefes bir yerde...


Neden kendimize bunu yapıyoruz? Sanki son bir deparla yakalayacağımız trene ulaşmak ister gibi nereye koşturuyoruz. Hep beraber bir dursak dünya batar mı? Farkına vararak ya da varmadan ruhumuza yaptıklarımızın, bedenlerimizdeki tezahürlerinin farkına varmadan yaşayıp gidiyoruz ve arkasından gelsin hastalıklar...


Sonra da bu hızda yaşayan, yüksek plazalarda ya da hayatın içinde dişi enerjiyi, içindeki tanrıçayı kaybetmiş kadınlardan doğumda yavaşlamalarını, nefeslerine konsantre olmalarını, bedenlerini özgür bırakmalarını, içgüdülerini takip etmelerini, sabırlı olmalarını, saatlerle, rakamlarla, santimlerle kafayı yormamalarını istiyoruz. İşte o öyle pek kolay olmamıyor. Bizim tanrıçalar her gün otobüse biniyor, iş yerinde müdürle kavga ediyor, trafikte cebelleşiyor, koşturarak eve gelip çocuklara yemek hazırlıyor. Kimse "canım gel sen biraz yavaşla" demiyor...


O halde gelin kendimize bir iyilik yapalım, gün içinde herhangi bir saatte, birkaç dakika yavaşlayalım, frene basıp duralım, herkesin iyiliği için birazcık bencil olalım. Ben bazen işyerinde kendimi boş bir odaya atıyorum, yere oturup bir kaç dakika nefes alıp veriyorum, bedenimin gergin yerlerini hissederek onları gevşetiyorum. Kısacık bile olsa içimeki tanrıçaya selam veriyorum, onunla ilgileniyorum... Eminim benim gibi yoğun çalışma temposu olanlarınız bu vakti nasıl bulacaklarını sorgulamaya başlamışlardır bile... Efendim tuvalate de mi gitmiyorsunuz, bari orada farkında olalım, rahat bir nefes alalım ;)




YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.