Kaybolduğunda yolunu nasıl bulursun?
Oğlumu doğurmamın üzerinden on dört ay geçti. Ben hala yolumu bulamadım. Eski ben artık yok. Kayboldu… Bu bir arayıştan çok kabulleniş süreci. Ben artık eski ben değilim gibi ama arada içimden sinsice bir ses fısıldıyor. Eski hayatım, yeni bir hayata dönüşmeye çalışıyor. Bunu zorla, sarsarak, ağlatarak, sinirlendirerek yapıyor. Aynı zamanda su akıyor yolunu buluyor.
Lohusalık süreci kırk gün diyorlar ya, işte o büyük bir yalan canım anne. Hayatımız öyle bir alt üst oluyor, öyle bir değişiyor ki bunu kırk günde sindirmek, kabullenmek, hayatı geldiği gibi yaşamak, ilişkileri dengelemek pek de kolay değil. Şimdi hemen içimden bir ses “şükür ki sağlıklıyız” diye ses veriyor. Evet şükür ki sağlıkla nefes alıyoruz. Yaşıyoruz…
Şanslılarımız sevgiyle sarmalanıp destek alıyor. Bebeklerimize bakarken yardım edenlerimiz oluyor. Kalbimizi evde bırakırken bedenimizi işe, güce sürüklüyoruz. Oysa her evden çıkış, eski beni tıkıldığı hapisaneden kısa bir süreliğine özgürlüğe salmak gibi. Mesela; geçen gün hiç söylenmeden bir buçuk saat banka kuyruğunda bekledim. Ardından kırk beş dakika noterde. Eskiden olsa kesin delireceğim bu iki durum içinde bir parça nefes alma fırsatını sevgiyle kabul ettim. Bir de kendime azıcık güldüm, azıcık acıdım. Yazık canım kız ne hale geldi. Banka kuyruğunda tek başına beklemenin iyi hissettirdiği tek insan ben olmalıyım diye.
Bir de evden çıkarken içinde büyüyen suçluluk hissi belası. Allahım bu nasıl karman çorman duygu dünyası. Yalnız kalmak için deliren sen, evden çıkarken büyük bir suçluluk hissedersin. Bebeni evde bırakıp sanki bir daha gelmeyecek gibisin. Bir de nefes almak için tuvalete kaçışlar var. Anneler ne dediğimi çok iyi anlayacaklar…
Bu dengesiz ruh hali ne zaman geçer? Yeni ben ne zaman gerçekten eskisini unutturur. Ya da unutur mu bilemiyorum. Bildiğim tek ve en doğru şey; ben beni ne kadar beslersem, seversem, yargılamazsam o kadar mutluyum. Ben mutluysam bebeğim ve etrafımdaki herkes o kadar mutlu. Bunun farkına varıp bir nefeslik molalarla “bugün kendin için ne yaptın” demek yine bana düşüyor.
Annelik sanki hep bir yetersizlik hissi katıyor insana. Bebeklerimize ne kadar yetiyoruz? Yeterince iyi bir anne olabiliyor muyuz? Sanki biz bunu hiç düşünmüyoruz, farkında olmadan binlerce kez kendimizin yargıcı olmuyoruz gibi bir de etraftakiler yargılıyor, sorguluyor.
Normal doğurabildin mi? Doğumdan güçlü bir anne olarak çıkabildin mi? Bebeğini yeterince iyi bir doğumla dünyaya getirebildin mi? Sezaryen mi oldun ah canım… Emzirebildin mi? Biberon, emzik, aaaa yoksa mama mı veriyorsun? Hala sen mi yediriyorsun? Blw yapsana. Uyumayı bebeğine öğretemedin. Hala mı sallıyorsun. Hala mı emziriyorsun. Bu cümleler uzar da gider ve hiçbiri işe yaramaz, iyi gelmez!
Hiç düşündünüz mü etrafınızda size gerçekten iyi gelen ve sizi anlayan kaç kişi var. Karşısında konuşabildiğiniz, sizi yargılamadan, fikir vermeden gerçekten dinleyen kaç kişi? Çünkü dinlemek ince iştir. İnsan duyulduğunu değil de dinlendiğini hissetmek istiyor. Sözünü kesmeden, keşke şöyle yapsaydın demeden. Bir de benim hiç haz almadığım ben sana söylemiştimciler var. O söylemiştim cümlesi daha çok söyleyene başarı hissi veriyor gibi. Aferin öngörülü güzel insan. Alkışla kendini. Benden çok daha iyisin.
Kendim için ne yapayım?
Sanırım bize iyi geleni yine biz olacağız. O halde ufak mutluluklar yakalamak gerek. Gün içinde minik kaçışlar. Kısa bir yürüyüş, spor salonu, yüzme, markete, pazara gitme, alışveriş, bir kahve molası, uzun bir duş, masaj, kitap okumak, meditasyon, yazmak, çizmek, kısacası ne iyi geliyorsa, o an en hızlı neye ulaşılıyorsa üşenmeden yapmak lazım. Evet çok yorgun, uykulu oluyoruz. Çoğu zaman kolumuzu kaldıracak vaktimiz olmuyor ama ruhun da beslenmesi lazım. Mesela bırakın evi bir gün bok götürsün. Mutfağa bomba düşmüş gibi darmadağın kalsın. Bir günde bebeği uyuttuktan sonra kahvenizi koyup ayaklarınızı uzatın gitsin.
Bir de en önemlisi gerçekten çok küçük adımlarla da olsa, yavaş yavaş bize daha çok alan açıldığını bilerek bebekli yaşamın getirdiklerini kabul etmek gerekiyor. Evet kesinlikle bebekler büyüdükçe hayat daha nefes alınır oluyor. Bebeğim altı aylıkken bunu söylediklerinde benim için pek bir şey ifade etmiyordu. Şimdi ne demek istediklerini çok daha iyi anlıyorum.
Bir de eküriler bulmak lazım. Başka annelerle takılmak, özellikle bebekler yakın aylardaysa çok iyi geliyor. Çünkü dertler, yaşananlar üç aşağı, beş yukarı aynı. Dünya üzerinde sanki bir tek senin bebeğin uyumuyor, gece zırt pırt uyanıyor, emmiyor, neden, neden diye kara düşünürken, bir de bakıyorsun yalnız değilsin. Sorun çözülmese bile bu beraberlik, yalnız olmadığın hissi iyi geliyor insana.
Fazla mükemmeliyetçi olmamak lazım. Ben bu konuda iyi olduğumu düşünüyorum. Her zaman elimden gelenin en iyisini yapar gerisini yukarıya havale ederim. Size de tavsiyem kendinizi başkalarıyla, başkalarının anneliğiyle, çocuklarınızı başkalarının çocuklarıyla kıyaslamadan elinizden gelenin en iyisini yapmanız. Her anne, her bebek, her aile bambaşka. Size iyi gelen, başkasına, başkasına iyi gelen size iyi gelmeyebilir. İşe yaramayabilir. Konu her ne olursa olsun önemli olan bu minnoş bebişlerin biricik olduğunun ve her birinin değişik ihtiyaçları olabileceğinin farkında olmanız. O zaman yaşanan sıkıntıların kabulü ve çözümü daha hızlı gelecektir.
YORUMLAR