Uyku mu, o da ne?
Bebek bakımı ile ilgili en çok sıkıntı çektiğim konuyu sorsanız hiç düşünmeden uyku derim. Ah o uykular ne kıymetliymiş. Hamilelikte uyuyabildiğin kadar uyu, sonra uyuyamayacaksın diyorlar ya, işte o kısmen doğru. Tabii o zaman 7/24 uyusan ne yazar. Uyuduğun mışıl uykuların, bebeğin kucağında sabahlarken pek bir faydası olmuyor.
Şu cümleyi defalarca söylediğimi hatırlıyorum.
“Ne olur 04:00'ten sonra uyanma!”
Bu bebek milleti çeşit çeşit. Her biri ayrı bir dünya, biricik. Fakat bazıları uyuyan, bazıları da uyumayan cins. Mesela benim oğlum arabada, pusette, park yatakta, aydınlıkta asla uyumadı. Doğumu takip eden ilk bir, iki ay emip uyuyor, beraber de yattığımız için yataktan hiç çıkmadan geceye kaldığım yerden devam ediyordum. Sonra bir gaz sıkıntısı, vay dişler çıkıyor derken iş kanguruda çılgın danslarla, sabahlara kadar evin içinde dönmelere, ikimizin ayrı ayrı ağlama krizlerimizle devam etti. Şimdi düşününce Çınar’ın üç ay gibi ortaya çıkan egzamalarının da bu uykusuz gecelere etkisi olduğunu düşünüyorum. Büyüdükçe kaşındığını farkettiğimiz bu bebek egzaması, muhtemelen o zamanda da kaşınıyor ve onu, dolayısıyla bizi uykumuzdan ediyordu.
Aslında hedefim dört, beş aylık gibi bizim odamızdaki kendi yatağına geçirmek, sonra hazır olduğunu düşündüğümde de kendi odasına almaktı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Çınar o aralar acayip hızlı kilo alan tombil bir bebek olmuştu ve gece emzirmelerini onu yatağından alıp, kucakta iki büklüm gerçekleştirmek inanılmaz zor oluyordu. Ben de işin kolayına kaçıp, aslında kendi konforumu düşünüp bizim yatakta yan yatarak emzireye, bir ihtimal uyumazsam onu tekrar yatağına koymaya, çok büyük bir ihtimalle de emzirirken ikimiz de uyuyakalmaya başladık. Ve bu süreç mahalle baskısıyla “Yoksa Çınar artık sizinle mi yatacak, sonra sizin yataktan hiç çıkmaz, uyku eğitimi mi versem, bu böyle gitmezlere” bağladı. Sağ olsun o ara tanıştığım yol arkadaşım, dert ortağım canım Gizem’ in Çınar’dan on beş gün büyük Uras’ı uyku eğitimi sayesinde kendi başına yatağında uyuyordu. Ben öyle bir eğitime yanaşmasam da, Gizem’den harika tüyolar ve en önemlisi büyük bir destek aldım. Bu süreçte lohusanın lohusaya desteği kadar iyi gelen bir şey daha olduğunu sanmıyorum. Aynı sorunları yaşayanlar her zaman birbirlerini daha iyi anlar ya, işte bizde de aynen öyle olmuştu.
Çınar altı, yedi aylıkken “BENİM” ve etrafımdaki herkesin hedefi, kendi yatağında, aşama aşama desteksiz, kesintisiz uyumasını sağlamaktı. Sanki illa öyle olmak zorundaymış, süreç bu şekilde işlemezse asla uyumazmış, gündüz süreki yanında olduğum “BEBEĞİMİN” ihtiyaçları gece oluverince şıp diye kesiliyormuş ve her bebek aynıymış gibi. Bu duygum gece çok sık uyanan bebeğimle sabaha kadar yalnız başıma kalmaktan ve etrafımdaki herkesin konu Çınar nasıl uyuyora geldiğinde bin tane laf etmesinden kaynaklıydı. Eşim de sağ olsun çok ağır uyur ve bebek dilinden pek anlamaz. Anlayacağınız gece üç, beş nöbetlerinde yalnızdım.
Size hayatımdaki en sıkıntılı geceleri o aralar geçirdiğimi, çok yalnız ve çaresiz hissettiğimi söyleyebilirim. Sanki çığlık çığlığa bağırıyor ama sesimi hiç kimseye duyuramıyordum.
Bu süreçte sadece emziriyordum. Çınar’ın memede uykuya dalmaması, ayakta, çarşafta vs sallanmaya alışmaması iyiydi. Uyku rutini sonrası (banyo, yağlanma, pijama, kitap, ninni) gaz problemimiz bittiğinde ki bu yaklaşlık beş ayı buldu, kısa süreli kucakta ninni ve hafif pış pışla uyuyordu. O kadar derin uykuya dalıyordu ki top patlasa uyanmaz sandığımız minnoş, yirmi dakika sonra tam da uyku döngüsü geldiği sırasında tekrar uyanıyor, kendi kendine dalamadığı için kucak ninni her şey başa sarıyordu. O yirmi dakikaya yemek, duş gibi hayati ihtiyaçları sığdırmakta usta olmuştum. Tüm gecem Çınar’ı uyut, o uyurken bir şeyler yap ya da yorgunluktan bayıl ve kısa süre sonra uyandığında her şeyi başa sar gibi geçiyor, ilk yatışından iki, üç saat sonra uykusu iyice derinleşince, benim için başlayan ve yaklaşık iki, üç saat süren uyuma çoğu zaman gecenin tek dinlenme anları gibi oluyordu.
Gözünüzün önüne dünyanın en değerli elmasını çalmak için devasa müzenin tavanından siyah kıyafetler ve maskesiyle vıjjjt diye tavandan aşağı süzülen hırsızın, kırmızı lazer ışınları arasından bir yılan misali süzülerek geçmesini canlandırın. Son derece dikkatli, sanki nefes almıyor. Hırsız hiçbir ışına değmeden, alarmları çalıştırmadan elmasa ulaşıyor. Görevi başarıyla tamamlayınca da aynı yoldan geri uçarcasına kayboluyor.
İşte anne olarak bizim görevimiz de, uyutulan bebeği asla uyandırmadan odasından yılan misali sürünerek çıkmatır. Uykularım, akşam yemeklerim, izleyeceğim dizinin bir bölümü, okunmayı bekleyen bir sayfa kitabım, yazılmayı beklenen kelimeler bebeğime armağan olsun!
Bir de kapı gıcırtıları var ki onlar kahrolsun. Tam kapıdan çıkarsın, nefesini tutar, kılını kıpırdatmazsın bir ciyak her şey başa döner. Gözlerin artık karanlıkta kedi misali her şeyi her türlü detayına kadar görmeye alışır. Duyu organların son performans çalışır ve hatta üçüncü gözün bile açılır. Kapıyı da şöyle yukarı doğru kaldırarak kapatır, kolunu da yağlarsanız ses çıkma olasılığını oldukça azaltırsınız.
Tüm bu fazla uyaran sinir sistemini öyle bir zorlar ki en ufak şeye patlar olursun. Ah o uyku ne değerli, ne önemliymiş. Tüm sistemimizi sakinleştiren bedenimizin en önemli besinlerinden biriymiş. O olmadı mı sistem çöküyormuş.
Çöken sistem şöyle yapsaydın, böyle tutsaydın, ben sana demiştimlerle asla toparlanmıyor. Hele ki bebeğine senden daha iyi bakarmışçasına, senin başarısız olduğunu hissettirirmişçesine davranan insanlar hiç mi hiç iyi gelmiyor. Evet geçiyor, bebekler büyüdükçe uykular toparlanıyor ama önemli olan o süreçten geçerken kendinden neleri, ne kadar bıraktığın. Ne kadar eksildiğin, nerelerden çoğaldığın. Kendinden sonra kimi en çok acıttığın…
Hamilelikle başkalaşan bedenin, doğumla dönüşen ruhun ve bedenin, lohusalık dönemindeki sıkıntılarla fırtınanın ortasında kalan, köklerinin çoğu kurak toprağın dışında kalmış bir ağaç gibi. Sert esen her rüzgar ağaçtan birşeyleri söküp atıyor. O koptukça, parçalandıkça her şey değişiyor, dönüşüyor. Çırpınan daları yanındaki ağaçlara vuruyor. Kendi kırıldıkça en yakındakileri de kırıyor, incitiyor. Eksiliyor, kanıyor ama o yaralar kabuk tutacak, eksilen yerlerinden yeniden tomurcuklanacak, yeşerecek, yeniden çiçeklenecek. Kaybolan gülüşler eski yerine gelecek. Bir gün o sert esen rüzgar dinecek. Tekrar eski ben geri dönecek. Dönüyor.
Çınar on altı aylık oldu. Gece sabaha kadar hiç uyanmıyoruz. O bana sarılıyor, ben ona. Bazen birbirimize kıçımızı dönüp uyuyoruz. Her şey düzeliyor. Bu uyku yolculuğunda rahatlamaya doğru nasıl ilerlediğimizde haftaya kalsın.
Hepinize kocaman sarılıyorum. Mutlu bayramlar…
YORUMLAR