Bütün mutlu aileler birbirine benzer

İskeleye indiğimde vapur çoktan gitmişti. Gişeden geçmeye hazırlanırken görevli “Nereye gidiyorsunuz?” diye sormasa, ortalıkta kimseler olmadığını fark etmeyecektim. Telaşla bir duvardaki saate bir elimdeki telefonun ekranına baktım. Motoru da kaçırdığım için sonraki vapuru beklemek zorundaydım. Küçük pastane poşetini bileğime geçirip gazeteyi alelacele koltuk altıma sıkıştırdım. Elimdeki termos bardakla ucundan akbil sallanan anahtarlığa çantamın ön gözünde yer ararken, görevli yok yere yarattığım kargaşaya anlam verememiş olacak ki uyarma gereği duydu: “Önce saatinizi ayarlayın.”



Kıyıdaki park tenhaydı. Biraz ilerideki hediyelik eşya dükkânından çaldığı şapkaları iskele çalışanlarına hediye eden Şımarık, birkaç kediyle birkaç martı, iki de karga, o kadar. Banklardan birine oturdum. Sabah tazeliğini içime çektim. Sıcacık sebzeli peynirli esmer poğaçam, yeni demlenmiş çayım ve sonraki vapura kadar bir buçuk saatim vardı. Biraz durabilmek ne büyük lükstü.


Akıl dediğimiz, bir tür fotoğraf makinası. Şu dünyadaki varlığının karşılığı, doğumundan bu yana geçen süre değil, aklının sana sonradan hatırlatmak üzere kaydettiği anlar. Senden başka kimsenin göremeyeceği, hissedemeyeceği, bazen bir koku ya da sesle birlikte gelen, kimi zaman bir başına beliriveren, su üzerindeki yansıman gibi kısa ömürlü görüntüler. Hayatının kıymetlisiyle karşılaştığın an, bir masada kadeh kaldırdığın an, birinin seni sevdiğini söylediği an, birine onu sevdiğini söylediğin an, birine dokunduğun an, birinin sana dokunduğu an, birine sarıldığın an. Çok sevdiğin bir filmden birkaç kare.


O sabah bankta geçirdiğim zaman içinden aklımın çekip mutlu anılar hanesine kaydettiği anlarda sabah, poğaça ve taze çay kokusu var. Bir de önceki gece izlediğim Yaşamaya Değer* filminden sahneler ile Anna Karenina’dan sonra olabilecek en güzel yerde kullanılmış, bir kadınla bir erkek arasında köprü olan bir söz.


Sahne 1: Renée kapı aralığında isteksizce dinliyor konuşan kadını. Kadın yeni komşusu Mösyö Kakuro Ozu’yu tanıtırken bir ara diğer komşularından bahsediyor, “mutlu insanlar” diyor. Renée “Bütün mutlu aileler birbirine benzer” deyip arkasını dönerken Mösyö Ozu tamamlıyor yarım kalan cümlesini: “her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Beş varlıklı daireye yirmi yedi yıldır hizmet veren, eşini yitirdikten sonra vaktini küçük dairesinin kapısını sıkı sıkıya kapadığı küçük kütüphanesinde geçiren Renée ve yalnız yaşayan Mösyö Ozu... Mösyö Ozu yemeğe davet ediyor onu iki kez. Ve sahne 2: Üçüncü ve son buluşmalarında Renée, bir kadının bir erkekten duyabileceği en zarif cümleleri duyuyor. “Renée” diyor Mösyö Ozu, “biz arkadaşız ve ikimiz ne olmak istersek onu oluruz.”


Yalnız mutlu aileler değil, bütün mutlu insanlar da birbirine benzer, her mutsuz insanın mutsuzluğu ise kendine özgüdür. Renée’nin mutluluğu herkesin mutluluğuna benziyordu ama mutsuzluğu kimsenin mutsuzluğuna benzemiyordu.


Aklım Renée’nin mutluğununu da kaydetti, filmin içimi acıtan sonunu da.


Mutsuzluğa da ihtiyacı var insanın.


Ama ne kadar mutlu an kaydederse aklı, insan o kadar şanslı, çünkü bütün mutsuzluklarına rağmen o mutlu anlarıdır onu ayakta tutan.


* Muriel Barbery'nin Kirpinin Zarafeti adlı romanından uyarlanan, Le Hérisson adlı film.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • perihan özcan merhaba, tesekkur ederim. filmi altyazili izlemenizi tavsiye ederim.
    CEVAPLA
  • misafir martı deniz. sıcak çay ve poğaça kokusu. insana yaşamdan güzel anları hatırlatıyor.okurken hissetim. yaşamaya değer filmini de merak ettim. hemen bulup izleyeceğim. teşekkürler. elinize sağlık
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.