Ne kömüre doydular ne paraya
Yılda ancak bir çift ayakkabı eskitirmiş, çünkü hep çizme giyermiş. Zaten ayakkabı giyip de gezecek vakit olmazmış. Gece vardiyasından biri çeyrek geçe dönermiş, bir çay içip uyur, sabah altı buçukta tekrar işe gidermiş, yoksa primi kesilirmiş.
O gün “internet kafe gibi” bilgisayarları yan yana dizmişler girişe. Arayıp eşinin ismini bulmuş, içeri geçmiş. Yüzü kapkaraymış, biraz yıkamışlar gözlerini, oradan tanıyabilmiş. “Sakalları beyazdı yoksa” diyor, “emekliydi. Ama çocuklar okusun diye çalışıyordu.” Elleri açıkmış, dua ediyormuş. “Oğlum anne dedi çok yıkadım ama avucundaki kömür lekesini çıkaramadım.” Leyla Çambal eşini öyle elinde kömür lekesiyle uğurlamış. Patronların cipleriyle yanından geçerken üzerine çamurlu su sıçratmalarına ses etmemiş hiç, ama katliamdan sonra birinin mahkemeye çıkıp da “mağdurum, gelirim yok” demesine çok içerlemiş. “Keşke özür dileseydi, öyle demeseydi. Ne kömüre doydular ne paraya.”
Selim üç yaşında. “Bayraklı tarla” diyormuş babasını ziyarete gittikleri yere. Annesi Hidayet Tokgöz sınıf öğretmeni. “Evladım yaşasaydı bana her gün Anneler Günü olurdu” diyen anneleri, konu komşudan çekinip renkli bluz giyemeyen kadınları, buhar yapan araba camına babasını çizen çocukları anlatıyor. Gazeteci İsmail Küçükkaya soruyor: “Bir yıl geçti aradan, Soma’ya sahip çıkabildik mi?” Hidayet Hanım “Bunun cevabını o çocuklar büyüdüğünde göreceğiz” diyor.
Çocuklar annelerinin yüzlerinde kendilerini görürlermiş. Çok sevseler de, annelerini hep üzgün görünce bundan kendilerini sorumlu tutarlarmış. Çocuk ve ergen ruh sağlığı profesörü Ferhunde Öktem söylüyor bunu. Arkasından neden “eğitimi olmayan, ruh sağlığı yerinde olmayan, seçeneği olmayan bir kuşak yetiştirmemek” gerektiğini, bunun neden önemli olduğunu açıklıyor.
“Bir an önce büyümek, okumak, çalışmak, ailemi kurtarmak istiyorum” diyen çocuğu, babası o yaşasın diye madende çalışan ve bir yıl sonra babasının yanına giden bebeği tane tane konuşarak hatırlatıyor Filiz Akın. Herhalde sesi titremesin, gözyaşları toplantının önüne geçmesin diye. "Soma'da Anne Olmak" toplantısının. Sanatçı kontenjanından sahnede değil. Soma’da 186 çocuğun üniversite hayatları bitene dek eğitim sorumluluğunu üstlenen Türk Eğitim Derneği’nden (TED) kendisi de burs almış zamanında.
Milli Eğitim Bakanlığı dernekten sadece para vermesini, başka bir işe karışmamasını istemiş. “Merak etmeyin” demiş derneğin başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “herkesin çekileceği bir zaman gelecek, biz o zaman ortaya çıkacağız.” Öyle de olmuş nitekim. Çocuklara sadece parasal değil, psikolojik destek de sağlamaya çalışıyolar. Somalı çocuklar hayallerini gerçekleştirebilsin istiyorlar. Uzay Kampı’na, aşçılık kursuna giden çocuklar var aralarında. “Küçük bir azınlığın ülkeyi mutlu edemeyeceğini” söylüyor Pehlivanoğlu. “Kavga etmeden, bağırmadan sorumluların cezalandırılmasını istemek mecburiyetindeyiz. Evlatlarının tek hayalinin Soma’da maden işçisi olmak olmadığını göstermek zorundayız.”
Final sorusu “Ne yapabiliriz?” Ortada bir dernek, sahnede de o derneğin başkanı var. Herhalde para isteme zamanı diye düşünüyorum. Bunda bir yanlış yok ama yanılıyorum. Selçuk Pehlivanoğlu “Sadece vicdanlı olun, yeter” diyor. “Ankara’da sağlıklı çocuk yetiştirebilmek için Soma’daki evlatları da düşünmemiz lazım.”
Denizbank’ın Esentepe binasının dibindeki toplantı bitiyor. Klimalı salonun kapıları açılıyor, kalabalık yeryüzüne çıkıp dağılıyor.
Ayakkabısını eskitemeyen bir madenci, oğlunu babasının hiç dönmeyeceğine ikna etmeye çalışan bir öğretmen, üç çocuğunun geleceğinden başka bir şey düşünemeyen bir kadın aklımda metroya yürüyorum.
Sonra oturup bu yazıyı yazıyorum. Vicdanım kime ne kadar yetiyor bilmiyorum.
YORUMLAR