Minimumda mutluluk
Euro’nun dört lirayı bulması beni ziyadesiyle ilgilendiriyordu ama ona yetişecek gücüm yoktu. O bana yetişsin diye bazı değişiklikler yapma kararı aldım sakince.
Taşındım. Diyet mönülerine peynirin miktarını belirtmek için yazılan ifadeyle “kibrit kutusu kadar” bir eve. Nefes alsam ısınıyor, kirlenecek yer olmadığı için temizlemesi kolay. Gerçi güneşin ısıtmasını tercih ederdim, iki adım atacak yer olsun isterdim ama dert değil, zaten güneş pek yok, hem sokakta yürümek daha iyi. Her şey de aynı anda tam olmuyor.
Üst baş lazım olunca ikinci el dükkânlara gitmeye başladım. Aman şimdi başkasının enerjisi vardır üstünde demekten vazgeçtim. Sanki vitrinden aldığım sıfır malların üzerinde göçmen çocuk işçilerin enerjisi yok mu?
Kozmetiklerle, kuaförle aram son beş yıldır zaten pek yok. Yüzüme zeytinyağı ile avokado sürüyorum. İçine yağlı bepanten kattığım vazelini tırnak diplerime yediriyorum. Saçlarımı da ya bırakıyorum dağınık kalıyor ya da kendi kendine uzayıp gidiyor.
Tek lüksüm kahve. Psikolojik lükslerime dokunmuyorum.
Bir fincan kahve, sıcak bir köşe, bir kitap, bir film, ailem, umut.
Değiştirmeye gücümün yetmediklerinden kafamı kaldırıp kendime bakıyorum. Belki orada düzeltebileceklerim vardır diye. Gerçekten var.
Satın almaktan, edinmekten yorulmuşum. Sürekli sahip olacak bir şeyler aramak, bunlar için kaynak yaratmaya çabalamak insanı hasta ediyor. Mutluluğun yolunun para harcamaktan geçmediğini uygulamalı olarak öğreniyorum. Gelirim azalırsa at gibi daha çok, daha çok koşmak yerine giderlerimi azaltıyorum. Gerçek ihtiyaçlarımı bilince içimde “ne alacaktım ben” sorusu hortlamıyor ve saadeti satın almakta aramayınca çarşıda pazarda geçen vakit bana kalıyor.
Kıymetli bir vakit bu. Neleri sevdiğimi, neleri sevmediğimi düşünüyorum. O zaman küçük bir lüksümden vazgeçmek zorunda kalırsam yerine koyabileceklerim kendiliğinden beliriyor, rahatlıyorum.
Aslında ne kadar çok şeye sahip olduğumu fark ediyorum. Elim ayağım, gözlerim, iç organlarım, akıl sağlığım, ailem, sıcacık bir evim ve her koşulda koruduğum umudum var. Bunlar hiç az değil.
Narkozun etkisi geçerken basan acıdan inlediysen, kesilen karnındaki dikişleri altı ay elinle sakınarak gezdiysen, bir sabah uyanıp yatağından doğrulamadıysan eğer, sağlığın, vücut bütünlüğünün nasıl bir zenginlik olduğunu kavrıyorsun ve unutmuyorsun.
İnsan fark etmiyor, satın alamadıkları için dertlenip duruyor ama aslında ne kadar zengin ve bu zenginlikle her şeyin üstesinden gelebilecek güce sahip.
Geçen gün internete bağlanınca bir mesaj düştü. “Burada güneş var.” Son on günü güneşli havada geçirmiştim ama ben çok mutsuzdum. Dedim ki “Yeter ki insanın içinde güneş olsun.” Gerçekten öyle. Yeter ki içimizde güneş olsun.
Minimumda mutlu olmak da biraz böyle bir şey.
YORUMLAR