Isırılmış bisküvi hissi

Bir buçuk yıl olmuştur. Bir akşam vaktiydi. Saat ona geliyordu. Günlerden cumartesiydi. Bir arkadaşımla buluşmak için çıkmış yürüyordum. Yaşadığım sakin şehrin, altından sakin sular akan köprülerinden birinde durdum. Etraf cıvıl cıvıldı. Suya yansıyan ışıklara bakıp bahar havasını içime çektim. Her şey ne güzeldi ve ben birden şöyle dedim:

“Bu saatte mi buluşulur? Bütün gün ziyan oldu.”

Birkaç saniye sonra kendiliğimden ekledim:

“Ben hayatta hiçbir şeyden memnun olmuyorum.”


Arkadaşım, sadece hafta sonları görebildiği çocuklarını annelerine bıraktıktan sonra müsait olabiliyordu. Madem cumartesi akşamı buluşacak kadar yakındık, onun içinde bulunduğu koşullara niye anlayışlı olamıyordum? Demek ki amacım onunla bir akşam paylaşmak değil, kendime iyi vakit geçirtmekti. Bunun adı bencillikti.


Sonraki günlerde kendimi izledim biraz. O cumartesi daha erken buluşsaydık da günün tadını çıkarma ihtimalim çok azdı. Gerçekten de hiçbir şeyden memnun olmuyordum. Bir şey istiyor, ona ulaşıyor, akabinde onu değersiz bulmaya başlıyordum. Minik kâğıtlara yazıp çaktırmadan köprülerden suya attığım dileklerim bir bir gerçek oluyordu, fakat mutluluğum saman alevi gibi hemen sönüyordu. Kazandığım hiçbir başarının keyfini süremiyordum. Hep ulaşmam gereken başka başarılar vardı.


Hep eksik, hep ekside hissediyordum, bütün artılarıma rağmen. Bu histen kurtulmak istiyordum, ama nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.


Kendime, sağlığımdan başlayarak sahip olduklarımı hatırlatmaya o günlerde başladım. Bunun adı şükretmek ve çok işime yaradı. Fakat saçlarımda kolalı kurdelelerle okula adım attığım gün başlayan, sabahları uyandığımda içimde öylece duran ısırılmış bisküvi hissi bir türlü geçmedi. Ta ki geçen aya kadar.


Yılbaşı yaklaşıyordu. Akşam eve dönüyordum. Yaşadığım banliyönün mütevazı belediyesinin ışıl ışıl yaptığı caddede yürürken pastaneye girdim ekmek almak için. “Yedi dakika var” dedi sahibi. “Olur” dedim. Yedi dakika oldu on dakika, on beş dakika. İçeride olduk sekiz-dokuz kişi. Dört pastane daha var aynı caddede, kimse bir yere kıpırdamıyor, mahallenin en güzel ekmeği içerideki fırından çıkıyor. Baktım “Yedi dakika dedi, bisaat oldu” diye şikâyet etmiyorum. Halbuki çok açım, daha eve gidip yemeği ısıtacağım. Ekmekler geldi. “İyi pişmişti sizinki değil mi?” “Evet.” İnsanın kırk yılın sonunda halâ işini, müşterisini sevmesi ne güzel.


Kış günü, hafta içi, akşam üzeri elimde sıcacık ekmekle eve yürürken, aklıma bir buçuk yıl önceki o cumartesi akşamı geldi. Yolun karşısına geçerken fark ettim. Sabahları uyandığımda ısırılmış bisküvi gibi hissetmiyordum artık. Sordum kendime: Bir buçuk yılda değişen ne?


Acele etmedim, cevap bir ay sonra kendiliğinden geldi. Eskiye göre daha az istiyorum, daha fazla diliyorum. İkisi aynı değil. İstek elde edilen bir şey, dilek ise gerçekleşen. İnsan istediklerini elde etmek için çoğu kez aşırı çaba içine giriyor. Bu çaba da hırs içeriyor, yarış hali insanı yoruyor. Oysa diledikleri için elinden geleni yapıpgerisini hayata bırakıyor. İstekleri azalıp dilekleri çoğalınca hayata daha fazla güvenmeye başlıyor, onu kontrol etmeye çalışmanın işe yaramadığını kavrıyor. Bu şükrü, şükretmeyi detamamlayan bir durum.


Sahip olduğu her şey için şükretmesine rağmen, sabahları ısırılmış bisküvi hissiyle uyanıyorsa, insan istekleriyle dilekleri arasındaki dengeye bakmalı belki. Bu histen kurtulmak mı? Diğerleri gibi bu duygudan da kurtulmak mümkün değil, ama zaten sebep olan durum değişince kendiliğinden uçup gidiyor.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Herşeyin değerini bilip mutlu olmak gerekir.daha fazlasını isterken insan hırslanıyor ve yoruluyor değmez.
    CEVAPLA
  • Misafir Bütün güzel dileklerin gerçekleşmesi dileğiyle sevgiler
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.