"En küçük çocuk" psikolojisi

Genetik kodlarla ana rahmine düşüp içinde yetiştiğimiz aile, kültür ve aldığımız eğitimle mayalanıyoruz. Bizi parmak izimiz gibi farklı kılan bu maya. Karakterin şekillenmesinde hangisinin daha etkili olduğu, araştırmalarla tartışılan bir konu. Ancak üzerinde hem fikir olunan, ailedeki rolünün insanın geleceğini etkilediği. Bu rolü bir ölçüde şekillendiren ise dünyaya gelme sırası ve kardeşlerle aradaki yaş farkı. Anne-baba ve kardeşler ile kurulan iletişimde belirleyici ve gelecekte kurulacak ilişkileri de önemli derecede biçimlendiren iki etken. Ailedeki en küçük çocuk, en şanslı olan. Fakat diğer kardeşlerle aradaki yaş farkının yüksek olması, çeşitli dezavantajları da beraberinde getiriyor.


Her şeyden önce, son çocuk anne-baba baskısına daha az maruz kalarak büyüdüğü için şanslı. 2015’te «Olması gerektiği gibi bir çocuk yetiştirmek» üzere bütün ideallerini ilk çocuklar üzerinde gerçekleştirmeye çalışan, ancak bunun mümkün olmadığını yaşayarak gören anne-baba biraz yumuşuyor, son çocuğa karşı daha az kuralcı, daha az talepkar oluyor. 2015’te İngiltere’de yapılan bir araştırma, çocuk dünyaya getirmek, büyütmek, eğitmekle ilgili stresi azaldığı için, bu konudaki gerginliğini en küçük çocuğa daha az yansıtıyor.


Buna bağlı olarak, daha az yasak ve engelle karşılaşan en küçük çocuk, diğerlerine göre daha çok hayal kuruyor, kurduğu hayallere ulaşmayı denemeye daha fazla cesaret ediyor. İlk çocuklarına yeterince «Hayır!», «Olmaz!», «Sakın!» demekten yorulan, çocuğu yasaklarla koruyamayacağını ve engelleyemeyeceğini öğrenen anne-baba, en küçüğü görece özgür bırakıyor. Bu da onu daha yaratıcı ve maceracı kılıyor. Doğum sırası uzmanı Frank Sulloway, «en küçük çocukların yeteneklerini göstermek ve kimliklerini ortaya koymak için risk almaya daha açık olduklarını» söylüyor.


Psikolog Kevin Leman’a göre sosyallik, arkadaş edinmekte pek zorluk çekmemek, rahat iletişim kurmak son doğan çocuğun diğer olumlu özellikleri. Bunun üç açıklaması var. Birincisi, hayallerine erişme yolunda adımlar atmanın, onu doğal olarak daha dışa dönük olmaya, iletişim kurmaya itmesi. İkincisi, büyürken eylemleri nedeniyle daha az eleştiriye ve cezaya maruz kalması. Üçüncüsü, büyük kardeşlerinin kendi arkadaşlarıyla ilişkilerini izleme fırsatı bulması, pozitif iletişim biçimini benimsemesi.


İngiltere’deki aynı araştırmaya göre, en küçük çocuğun mizah anlayışı daha güçlü. Psikolog Richard Wiseman, son çocuğun anne-babanın ilgisini çekmek için mizahı daha çok kullandığı yorumunu yapıyor. Yani sevimli olmanın ve öyle kalmanın bir yolu mizah. Ailede en çok gülümsenerek temas kurulan, davranışları en sevimli bulunan o. Bir anlamda kendisine biçilen rolü oynamayı sürdürüyor.


Ne var ki, ailede en küçük çocuk olmanın birtakım dezavantajları da var. Bunların ilki, büyüdüğünün aile içinde kabullenilmemesi. Psikolog Bernadette Blin’e göre onu hep küçük kabul etmek, anne-baba ve büyük kardeşleri aşırı korumacı kılıyor. Kardeşleriyle arasındaki yaş farkı ne kadar fazlaysa, bu korumacılığın düzeyi o kadar artıyor.


Erişkin, yetişkin konumuna geldiğinin göz ardı edilmesinin getirdiği diğer olumsuz etki ise ciddiye alınmamak. Psikolog Blin ailenin en küçüğünün, kapasitesini ve kararlarını aile içinde kabul ettirebilmek için sesini yükseltme ve sert tavırlar geliştirme yollarına başvurduğunu söylüyor. Bu da ona fevri, asi gibi sıfatların yakıştırılmasına neden oluyor. Ciddiye alınmamak, ilerleyen yıllarda okul ve iş yaşamında fark edilmek için aşırı çaba harcamaya zorluyor.


En küçük çocuklar, nispeten şımarık ve bencil ve bu bir başka negatif sonuç doğuruyor: Alma-verme dengesini kurmakta zorlanmak. Aile içinde başta sevgi, ilgi, yardım almaya alıştığı için genel anlamda verme konusunda sıkıntı yaşıyor. Mülkiyet duygusu fazlaca gelişebilirken («Benim!»), paylaşma duygusu («Vermem!») geride kalabiliyor.


Sorumluluk üstlenmekte de zorluk çekebiliyor son çocuk. Aile içinde ona hep yardım edildiği için, önemli bir işi kendi başına yapması, bir kararı kendi başına alması gerektiğinde kendine güvenemeyip bocalayabiliyor.


En küçük çocuğun kendini geliştirmekte en zorlandığı, buna karşın en talepkar olduğu konu «hoşgörü». Bu da yine şımarıklık ve bencilliğin bir sonucu. Ne yaparsa, ne söylerse hoş karşılanmasını bekliyor, ancak çevresindekilerin en ufak hatalarına tahammül edemiyor.


İnsan karakteri genetik miras, kültür ve eğitimden oluşan bir alaşım. Her birinin karakter üzerindeki etkisi, gücü üzerine araştırmalar sürüyor. Kültür ve eğitim çerçevelerine yerleştirilen aile, karakterin şekillenmesinde önemli bir faktör olarak kabul ediliyor. Aile içinde kurduğu ilişkilerin, kişinin dış dünyayla kuracağı ilişkileri belirleyici etkiye sahip olduğu konusunda da uzmanlar hem fikir. Bu noktada kişinin aile içindeki yeri, benimsediği rol önem kazanıyor. Bu yeri, rolü bir ölçüde belirleyen ailedeki çocuk sayısı ve dünyaya gelme sırası. Şüphesiz, doğum sırası kişinin kuracağı bütün ilişkilerde tek belirleyici etken değil, ama çevresiyle kurduğu ilişkileri anlamak için üzerinde durulması kaçınılmaz. En küçük çocuğun bu özet pozisyonu, en büyük ve ortancadan tamamen farklı. Ya kardeşi olmayan çocuk? Tek çocuk ile ailenin en küçük çocuğu arasında benzerlikler var, ayrıca ele almak ilginç olabilir.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.