Derin dinleyiş
Avalokiteshvara.
Budizm’ de şefkat boddhisatvası.*
Çin’ de Quan Yin, Kwan Yin, ya da Ku’an Yin diyorlar adına.
Kadim her medeniyette neredeyse bir karşılığı var.
Clarissa Estes’ e göre Quan Yin hemen hemen tüm mit ve folklarda temsil edilen arketipsel kız kardeşleri gibi Hayat/Ölüm/Hayat doğasını derinden anlayan ve onu temsil eden tanrıça.
Şefkatin, yani derin dinlemenin, ve Hayat/Ölüm/Hayat doğasına hakimiyetin aynı arketipte buluşması bir tesadüf değil.
Bir şeyin ne zaman doğabileceğini ve ne zaman, neyin ölmesi gerektiğini bilen parçalarımızla içimizde birer Quan Yin taşıyoruz hepimiz. Evet her birimiz. Budist psikolojide depo bilinç (store consciousness), Jungian psikolojide kolektif bilinçdışı olarak temsil edilen geniş, derin, karanlık arazilerimizde.
Hiç durmayan fabrikalar, arabalar, makinalar, işler çağında, içimizde bir şeylerin bir ara durması, sonra tekrar yeni bir şekilde çalışması gerektiğini bilen tohumlar var. O tohumlar sulanmak istiyor, tüm tohumlar gibi. Sulandıkça önce çatlıyor tohumlar, sonra ağır ağır büyüyüp, görünür oluyorlar. O tohumları sulanmış kişi hayatın içinde, ilişkilerinin içinde Hayat/Ölüm/Hayat döngülerine dair bir tür okur-yazarlık geliştiriyor. Olanlara gereksiz direnme zayıflamaya başlıyor. Ölümlerden, kayıplardan duyulan yasa, kedere, öfkeye yer açtıkça içinde, doğumların sevincine, keyfine, hazzına da aynı oranda yer açılıyor.
Ne tuhaf; daha fazla yaşam ve hep doğum isterken canlılığı kaybetmemiz bu uğurda!
Hep iyi hissetmek isterken, “iyice hissetme” yetimizi kaybetmemiz ne büyük ironi!
Peki o sadeliğe varan tohumlar nasıl sulanacak?
Dinlemeyle diyor ustalar.
Derin bir dinleyiş.
Şefkat en temelde derin, çok derin bir dinleyiştir.
Şefkatle dinlemeye Zen ustaları derin dinleme diyorlar.
Susturmak, yok etmek, ittirmek, çekiştirmek, ideal bir şekil vermek… Bunlar olmadan sadece dinlemeyi deneyebilir misin?
Anı, içini, karşındakini, gezegeni, hayvanları, toprak anayı, rüzgarı, denizi, yıldızları, geceyi, bedenini...
En derin pratik bu.
Böyle böyle, meditasyon “yapmak”la, karşında konuşan birini/ doğayı/müziği dinlemek arasındaki makas gitgide kapanmaya başlıyor.
Kafanın içinde en radikal, en siyaseten yanlış sesleri derin derin dinleyebilir misin? Yok saymadan, bastırmadan, abartmadan, eğip bükmeden... Dosdoğru, ne diyorsa o.
Duymaya dayanamadığını dinleyebilir misin?
“Çoğunluğun dediği olur” diyen içsel demokrasi görünümlü diktatörlüğüne zülfikarlarla girişmeye var mısın?
Azınlığını, dediklerini yapmayacak olsan da, başından sonuna bir kez olsun dinleyebilir misin? Belki bir şey yapmana bile ihtiyaçları yok, sadece şahitlik edilsin istiyorlar varoluşlarına, her can gibi.
O noktada demokrasi derinleşmeye başlıyor. Adına Derin Demokrasi diyor Arnold Mindell, onu da başka bir yazıda anlatacağım, söz.
Sonrası derin bir oh. Derin bir bırakış. Derin bir genişleme. Ve orada bu kez başka türlü şeyleri işitebilir hale gelme.
Dinleme işi bitmiyor, daha derine ve daha derine gidiyor.
Dinleyenler için anlar var:
Dinleyen ortadan kalkıyor.
Dinlenen ortadan kalkıyor.
Geriye sade bir dinleyiş kalıyor.
Tüm asaletiyle, gücüyle şefkat kalıyor.
Geriye ölümü daha çok ölümün izlemediğini bilen bir Quan Yin kalıyor.
Bir de şu dua belki:
…dadme la muerte que me falta…
…bana ihtiyaç duyduğum ölümü ver…**
*Boddhisatva: Tüm canlıların hakikate varmasına, ızdıraplarının son bulmasına kendini adamış kişi.
**Meksikalı şair Rosario Castellanos
YORUMLAR